Çağla

347 syf.
9/10 puan verdi
Lawrence Durrell'in "Zaman durdurulmuş durumda. Zamanı yalnızca dördüncüsü verecek ve ötekilerin gerçek devamı olacak." dediği nokta Clea, okuru içinde bulunduğu girdaptan çıkarıp her birini ayrı yerlere savurdu yapboz parçalarını toplayabilisin diye zamanı ilerlettiği kitap, bir hikâyenin sonu, belleğin başkenti İskenderiye'ye veda. "Gerçek yaşam hangi noktada başlar?" diye soruyor Pursewarden yazdıklarında ve bu not Clea'da çıkıyor karşımıza. "Gerçek yaşam gerçekten de bir noktada başlar mı?" da okura bırakılan soru oluyor. Yıllar sonrasında, savaştan hemen sonrasındayız, Clea'da. Darley, yaşadığı adadan İskenderiye'ye döner, son kez ve belki de bütün yaşananlara daha soğukkanlı bakabilecek şekilde. Zihninde kalan imgeyle aynı değildir döndüğünde karşısına çıkanlar, ne İskenderiye ne arkadaşları. Justine, Nessim, Clea, Balthazar, Liza, Pompal ve daha nicesiyle bir araya gelir, aradan geçen zamanda yaşananları anlamlandırmaya çalışır. Geçmişten kalan mektuplar, kitap bölümleri, anılar ve şimdiki İskenderiye... Clea yoluyla anlattıkça gün yüzüne çıkarıyor gerçekleri(!) Durrell ve fakat - bence - dağıttığı yapbozun bazı parçalarını İskenderiye'ye saklıyor, saklıyor ki gizemi bozulmasın: "Sırların dibini bulamazsın." Böylelikle kitabın ana karakteri olmasının hakkını veriyor İskenderiye. Ah İskenderiye, belleğin başkenti!
Clea
CleaLawrence Durrell · Can Yayınları · 2022238 okunma
Reklam
350 syf.
8/10 puan verdi
Mountolive, Justine ve Balthazar'a eşlik eden son kardeş kitap. Kitapta geçen şu cümle gibi okuduklarımız: "Hani insan düşünde var gücüyle koşar da yerinden kımıldayamaz ya, işte öyle bir düşte gibiydi." Yani şöyle; Justine'de okuduklarımızı farklı bir bakış açısıyla Balthazar'da tekrar okuyup gerçeklik algımızla oynamıştı Durrell, şimdi yine Mountolive'de aynı zamanın içinden tekrar geçiyoruz ve bu defa yolculuk İngiliz diplomat Mountolive ile. Arapça öğrenmek için İskenderiye'de bulunduğu vakitte önce Pursewarden ve sonrasında bildiğimiz arkadaş grubu ile tanışan Mountolive, yıllar sonra Mısır'a büyükelçi olarak döner ve fakat bu sürede İskenderiye ile olan bağını zaten hiç koparmamıştır. Nessim ve Naruz'un anneleri Leyla ile yaşadığı aşk, yıllarca, mektuplarla devam etmiştir. Biz de hem mektuplar hem de İskenderiye'ye atanmasıyla Nessim'in ailesine (buna bir nevi ailenin çöküşü de diyebiliriz) hem de Ortadoğu'nun dönem politikasına - uzun uzun - şahit oluyoruz. İskenderiye'ye döndükten sonra arkadaşlarıyla ilgili bildikleriyle altüst oluyor Mountolive, bu noktada yine gerçeklik algımızla oynuyor Lawrence. İlk üç kitap içinde, benim için en durağan ve fakat tarihi arka plan açısından oldukça zengin bir kitap Mountolive. Kardeş kitaplar boyunca bellekteki gerçeklik savaşını asla bitirmeyen Durrell, üst üste attığı düğümleri Clea'da nasıl çözecek merak ediyorum.
Mountolive
MountoliveLawrence Durrell · Can Yayınları · 2022255 okunma
288 syf.
10/10 puan verdi
"Bir dörtlünün ikincisi olan bu roman Justine'in bir devamı değil, ana baba bir kardeşidir." . .. "Zaman durdurulmuş durumda. Zamanı yalnızca dördüncüsü verecek ve ötekilerin gerçek devamı olacak." diyor Lawrence kitabın Not kısmında. Dediği gibi de oluyor, zaman duruyor ve biz Justine'de ne okuduysak aynılarını okuyoruz, Darley'nin bakmadığı yerden başka bir gerçeklikle ve fakat hangisi gerçek? Justine biterken İskenderiye'nin eğlenceli tarafına sis çökmüştü ve hikâye tamamlanması zor bir yapboz gibi dağılmıştı. Balthazar, bir şeyleri netleştirmek yerine yapbozun elimizde kalan kısmını da dağıttı: "Zamanla kendisini en çok yalanlayan şey 'doğru'dur." Bilinenlerin bilinmeyen tarafıyla karşılaşmak her zaman acıtıcı mı yoksa İskenderiye Dörtlüsü'nde mi böyle bilmiyorum fakat bir önceki kitabın kurulmuş olan bu hikâye dahice. Darley, uzakta bir adada, belleğinde kalanları yazıyor durmaksızın. Balthazar da kendi elindeki notlarla geliyor ona hikâyenin eksik kalanlarını topluyor, zaten tamammış gibi görünen kısımlarını yeniden yazıyor, gerçek haliyle! : "Yalnızca düşünmek istediğiniz sayıda gerçeklik vardır." Hikâyeye Scobie, Leyla, Naruz, Mountolive ve Clea da ekleniyor; Justine bir sır oluyor sanki. Aşk, tutku, ihanet, kültür, din anlatısına biraz da 1960ların politikasını ekliyor Durrell Balthazar'da. Mükemmel bir zekanın ürünü olarak bırakıyor Balthazar'ı edebiyat dünyasına Lawrence Durrell. Bir sonraki kardeş kitap Mountolive'de yapbozu paramparça eder mi dersiniz?
Balthazar
BalthazarLawrence Durrell · Can Yayınları (Modern) · 2022312 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
296 syf.
10/10 puan verdi
"Müzikte bir ya da birkaç ezginin çeşitlemelerle karmaşık bir biçime eriştirilmesi gibi tıpkı." diyor İskenderiye Dörtlüsü için Sunuş kısmında Lawrence Durrell. Justine'i okurken hissedilen de tam olarak bu, bir müzikal izliyormuş gibi; İskenderiye'nin eşsiz tasviri ki bunu hiç çabasız yapıyor Durrell ama şehir sanki karşınızda
Justine
JustineLawrence Durrell · Can Yayınları · 2022563 okunma
136 syf.
8/10 puan verdi
Mahir Ünsal Eriş ile ilk tanışmamız ama ne tanışma! Köşeyi dönünce bizi karşılayan hikâyeler hepsi. Capcanlı karşımızda, hayat gibi. Hikâyeler belli temalar üzerinde yoğunlaşmış; aile olmak/olamamak, yalnızlık, terk ediliş, hayaller, umut/umutsuzluk, yaşam telaşı,... Bütün bunların bir noktasında mizahtan da asla vazgeçmemiş ve hikâyeleri böyle canlı yapan da bu: yaşadığımız hayatın ta kendisi olması. Üniversitede zar zor okutulan torun, Feridun değilken Feridun olmanın tadını sonuna kadar çıkaran genç, futbolcu olma hayalini eşi ve çocuklarına tercih eden adam,... Ve bütün bunlara eşlik eden Erdek, Bandırma, Biga manzarası. Her birini büyük bir keyifle okudum hikâyelerin. Her bir hikâyede tekrar tekrar yürüdüm Eriş'in anlattığı sokaklarda. E tabi Feridun olmayan Feridun'un Çuğra'ya yürüyüşünü kıskanmadım değil, Erdek'te olsak güneşi ne kadar güzel batırırdık orda yine. Adı gibi olduğu kadar güzel anılar aslında bu hikâyeler. Okuyanı çok olsun isterim. Okunsun ve Çuğra'ya gidilip güneşle orda vedalaşılsın.
Olduğu Kadar Güzeldik
Olduğu Kadar GüzeldikMahir Ünsal Eriş · Can Yayınları · 20212,983 okunma
Reklam
128 syf.
8/10 puan verdi
'Kopenhag Üçlemesi'nin son kitabı Bağımlılık. Belki de en vurucu olanı ve fakat edebi açıdan da en sakini. Çocukluk ve Gençlik'te anlattığı her şey yirmili yaşlarını şekillendiriyor Tove Ditlevsen'in; insanlarla kuramadığı bağ, yazma tutkusu ve en acısı da hayatı bir yerinden yakalayamadığı hissi. Bunu en güzel şekilde şöyle
Bağımlılık
BağımlılıkTove Ditlevsen · Monokl · 2020299 okunma
108 syf.
7/10 puan verdi
Şehirden kesitler sunan ve bunu da akıp giden bir dille yapan öykülerden oluşuyor Baharda Yine Geliriz. Bir tepede oturmuşsunuz da bütün şehri, olan biteni oradan sakince izliyormuşsunuz hissi veriyor kitap. Hayatın karmaşasında öyle sakince ilerliyor. Bizim Büyük Çaresizliğimiz ile tanışıp uzun süre ara verenlerdenim Barış Bıçakçı'ya. Baharda Yine Geliriz önce ismiyle sonra da kapak fotoğrafı ile "Haydi artık, zamanıdır." dedi. Bu defa güzel hislerle vedalaştık Bıçakçı ile. Aralarında Şehir Rehberi (bize şehirden haber veren) adlı bölümlere yer verilen kısacık öykülerle bir sürü insanın hayatına yolculuk yapıyoruz bu kitapta. Balkondaki adam, berber koltuğundaki müşteri, gece sokakta karşılaşılan arkadaş, huysuz komşu, şirket yemeği konuşmaları, 99 depremi (ki ben bunu yaşayanlardanım), Ankara sokakları,... Birçok hayattan kısacık kesitler sunmakla kalmayıp betimlemeleriyle bütün olan biteni capcanlı karşımızda belirtiveriyor Barış Bıçakçı. Eski bir fotoğrafa bakarken, denizi izlerken, vapurdaki konuşmaları dinlerken ya da oturduğumuz kafenin önünde geçen insanlara yazdığımız hikâyeler gibi bu kitap. Karmaşaya dışardan bakıp durgunlaştırmak, 'an'ı önemli kılmak gibi. Seçtiği her kesit uzayıp gidiverecekken bunu tam zamanında hem de eksiklik hissettirmeden bitirmesi Barış Bıçakçı'nın kaleminin ustalığı bence.
Baharda Yine Geliriz
Baharda Yine GelirizBarış Bıçakçı · İletişim Yayınevi · 20201,938 okunma
168 syf.
8/10 puan verdi
Her şey yolunda giderken tepetaklak olan hayatların hikâyesi Bir Ada İcat Etmek. 'Yas'ın biricikliğinin dupduru anlatımlarından biri, duru fakat vurucu. Tom, Nora ve Dani, çekirdek bir aile. Zaten çekirdek olan bir aile ne kadar parçalanabilir, ne kadar dağılır? Ansızın gelen ölümler aileyi bir araya mı getirir, ayrı köşelere mi savurur? Yas tutmanın yazılı bir kuralı mı vardır? Ağlamanın vakti var mıdır ya da işe başlamanın ya da mezarlığın tamamlanmasının ya da en zoru mesela yeniden gülebilmenin ve hatta güldüğünde bunu doğal karşılamanın? Bütün bunların cevabı gibi bu kitap. İlk sayfadan yüzünüze kocaman bir tokat atıyor, sonra henüz o his geçmemişken yenileri eklenerek bitiveriyor kitap. Her ölüm zor ve her ölen birileri için çok kıymetli fakat evlat kaybının her zaman en kötüsü olduğu söylenir, Nora ve Dani'nin Tom'u kaybetmeleri de öyle. Yaşanan güzel anıların canlanması, ölmeyip yaşamaya devam eden çocuklara duyulan öfke, planlanmış fakat gerçekleştirilememiş hayaller,... Bütün bunların ortasında kalan anne-baba. İyileşme sancıları ve bunu deneye yanıla öğrenme yolculuğu. Oldukça etkileyici ve yasın başka başka hallerini de ortaya koyan bir hikâye Bir Ada İcat Etmek. Son sayfalarda 'Aa neden böyle oldu ki, ne güzel akıp gidiyordu, hızlıca mı bitirmeye çalıştı hikâyenin sonunu?' dedirtse de son 2 sayfada gönlümü aldı Alain Gillot. Kendi yasımıza yas eklese de - bu da bir sağaltma yöntemi bence- yas üzerine okumayı sevenlerin okuması gerekenlerden.
Bir Ada İcat Etmek
Bir Ada İcat EtmekAlain Gillot · Türkiye İş Bankası Yayınları · 2023291 okunma
96 syf.
8/10 puan verdi
Alkor ve Mizar'a diye başlıyor kitap. Mizar ve Alkor, gökyüzüne bakıldığında birbirine çok yakın görünen iki yıldız fakat birbirlerine bir ışık yılının yaklaşık dörtte biri kadar yakınlar. Aile bağları, ikili ilişkiler ve aidiyet çevresinde toplanan öykülerden oluşan Bilinmeyen Sular'da da durum tam olarak böyle, yanı başımızdayken uzaklarda, uzaktayken bizimle hissettiklerimiz. Her bir öyküden önceden Pink Floyd şarkılarından epigraf var. Her biri özenle seçilmiş ve öykünün öncüsü niteliğinde. Sonrasında dupduru bir dille yazılmış, içinde kendimizden parçalar bulacağımız akıp giden satırlar... Lisedeki halimize de götürüyor kitap, güzel anılar biriktirdiğimiz çocukluk evimize de... Sonra oradan alıyor bizi kuramadığımız bağlara rüyalardan el sallayalım diyor, gitmek isteyip de gidemediğimiz yerleri hatırlatıp gidebilme düşüncesini tekmeliyor, geçmişe baktırıp hatıralara gülümsettiriyor. Samimi bir anlatımla yapıyor hepsini Mevsim Yenice. Bilinmeyen suların sıbırlarında yüzüyor öyküler, bilinmeyen sularda yüzmenin çok da kötü olmayabileceğini söylerken denemek için adım atmya cesaretlendiriyor bir noktada. Öykülerdeki nesnelerin özenle seçilmiş olması da gözden kaçmamalı okurken. Bir öyküde puantiyeli plastik şemsiye, başka bir öyküde terastaki depo. Bu nesnelerin de yardımıyla az sözle çok anlatanlardan Bilinmeyen Sular. Tanıştığıma sevindiğim bir yazar Mevsim Yenice. Sırada Tekme Tokatlı Şehir Rehberi var.
Bilinmeyen Sular
Bilinmeyen SularMevsim Yenice · Can Yayınları · 2019740 okunma
48 syf.
9/10 puan verdi
Henüz en başındayken yakalıyor yine bizi Ernaux: "Yaşadıklarımı yazmazsam yaşananlar tamamlanmamış olur, yaşandığıyla kalır." Bu derin iç dökmeleri mirası olarak bırakıyor böylelikle, cesurca. Söz konusu Annie Ernaux ve metinleri olunca asla objektif olamıyorum ve fakat bunu fazlasıyla hak ediyor kendisi. Simone de Beauvoir'ın, Marguerite Duras'nın, Leyla Erbil'in, Tomris Uyar'ın çağımızda hâlâ yaşayan yansıması gibi Annie Ernaux, kadınlık tarihinin vücut bulup dile gelmiş hali gibi metinleri. Eril topluma bir başkaldırı 'Genç Adam'. Hep 'diğer türlü'sünü duyduğumuz, bildiğimiz hikâyelerin 'bu taraftan' olan hali. Elli iki yaşında üniversitede görev yaparken kendisini yirmilerine götürme serüveni, yalın ve apaçık anlatısıyla. Gerçekliğinden kopmadan -şimdinin farkında bir şekilde- bir daha hissedemeyeceği sandığı duyguları var etme yolculuğu. Bu hissin var olduğunu ve hissetmenin/hissedebilmenin dünya üzerindeki en büyük mucizelerden olduğunu kadınlığa armağan ettiği metni Genç Adam. Yazarak yaşadıklarını 'var' kılan, 'var' olduğunu bilerek yaşamamızı sağlayan güçlü bir kalem Annie Ernaux, iyi ki!
Genç Adam
Genç AdamAnnie Ernaux · Can Yayınları · 2024291 okunma
Reklam
48 syf.
9/10 puan verdi
Bir insanın kendini anlatabilmesi, anlattıklarını karşısındakine duyurabilmesi hayattaki en güç işlerden biri. Kurgular sayesinde hayatı, iyiyi-kötüyü, dünü-bugünü, savaşı-barışı,.. anlatan ve okurlarında iz bırakıp ölümsüzlüğü keşfeden yazarların kendi içlerine dönüp: 'Ben buyum, yazdıklarım da bunun bir sonucu.' deme şekilleri büyük bir miras. Ágota Kristóf, çocukluğundan başlayıp anlatıyor, kısacık ama upuzun: Macaristan'da geçirdiği yoksul fakat mutlu çocukluğunu, savaşı ve yine beraberinde getirdiği yoksulluğu, okul dönemini, eşi ve bebeğiyle olan zorunlu göç meselesini, aidiyeti,... Okumaz Yazmaz, rutinlerin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor sayfaları çevirdikçe. Aile ile geçirilen mutlu günleri, beraber yenilen yemekleri, ana dilde yapılan sohbetleri,... Eşi ve bebeğiyle İsviçre'ye mülteci olarak gitme sürecini (bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi izlediğimiz haberlerin gerçek oluşunun verdiği acıyı), yeni bir dile adapte olma sürecinde ne kadar vatansız hissettiğini yalın ana vurucu şekilde anlatıyor Kristóf. Kristóf okumaya başlamadan önce mutlaka okunması gereken bir metin Okumaz Yazmaz, kendini bulma yolculuğuna eşlik edip kitaplarında neyi, neden, nasıl ifade etmeyi seçtiğine ışık tutmak adına.
Okumaz Yazmaz
Okumaz YazmazAgota Kristof · Can Yayınları · 20231,269 okunma
104 syf.
8/10 puan verdi
1989'da yayımlanmış Yelkovan Yokuşu. Yedi öykü var kitapta ve öyküleri 1983, 1976, 1979, 1983, 1986,1984 yıllarında yazmış sevgili Selçuk Baran. Ben Mart 2024'te okudum ve hâlâ aynı güncellikte, hâlâ başımı çevirsem yanımda olup bitiyor gibi hepsi. Karakter betimlemeleri de bir kadar güçlü, her biri karşımdaydı sanki okurken. Tortu'yu okuyup çokça sevmiştim fakat sonrasında epey ara verdim Selçuk Baran okumaya. Yelkovan Yokuşu ile tekrar buluştuk kendisiyle, anlattıkları hüzünlü olsa da okumak iyi hissettiriyor. Her bir öykü birbirinden bağımsız olsa da benzer temalar etrafında toplanıyor öyküler; yalnızlık, yaşlanma, hayata tutunma,... Başladığı noktadan çok başka noktada bitiyor bazı öyküler, bu da şaşkınlık yaratırken bir sonraki öykü için heyecan uyandırıyor. Öykülerdeki ana karakterler hem cinsiyet hem de yaş bakımından değişiklik gösteriyor. Bir öyküde bir erkeğin gözünden dinlerken olayları, bir sonrakinde küçük bir kızın hisleriyle bakıyoruz dünyaya mesela. Dili mucizevi şekilde kullanıyor Selçuk Baran.
Yelkovan Yokuşu
Yelkovan YokuşuSelçuk Baran · Yapı Kredi Yayınları · 2020249 okunma
112 syf.
6/10 puan verdi
Elisa Shua Dusapin, babası Fransız annesi Güney Koreli olması sebebiyle iki ülkede de yaşıyor ve farklı kültürlerin etkisinde büyüyor. Bunun yansımalarını kitabın her satırında görmek mümkün. Uzak Doğu Edebiyatı ile aramız limoni. Yazarın hem Uzak Doğu hem Avrupa karması olan kurgusuyla ne tam anlaştık ne de okuduğuma pişmanım. (Okuma
Sokço’da Kış
Sokço’da KışElisa Shua Dusapin · Can Yayınları · 2023350 okunma
188 syf.
9/10 puan verdi
Olan bitenden kaçmak için neler yaparsınız? Akşam trafiğinden, gürültüden, market sırasından,... Alice, George, Rose, Suzette, Linda, Clarence, Alex, Sydney ve adı geçen diğer karakterler yüzmeyi tercih ediyor. Yavaş, orta ve hızlı kulvarlarda; bir havuzda yüzüyorlar, uzun zamandır, ve böyle uzaklaşıyorlar karmaşadan. Yüzmek onlar için bir çeşit
Yüzücüler
YüzücülerJulie Otsuka · Domingo Yayınları · 2023254 okunma
72 syf.
8/10 puan verdi
Yunan Mitolojisindeki efsaneye göre Pygmalion bir kadın heykeli yapmaya karar verir ve yaptığı heykele aşık olur, Tanrılara bu heykele benzeyen bir kadınla karşılaşabilmek için yalvarır ve Galateia, Pygmalion'un elinde hayat bulur. Bu mitolojiden yola çıkarak Madeline Miller, Galateia'yı yeniden ele alıp Ambra Garlaschelli'nin illüstrasyonlarıyla harika bir kitap çıkarmış ortaya. Galateia, kızı Paphos'un özgürlüğü için -ki tam da bu noktada kadın olma, kadın hakları ile ilgili vurgular var- kendi özgürlüğünden vazgeçiyor ve Miller bunu oldukça masalsı şekilde anlatıyor. Galateia'nın ellerinde hayat bulmasıyla kibri büyüyen ve elde ettiklerinden fazlasını isteyen Pygmalion'a Galateia'nın verdiği büyük dersi okuyoruz adım adım. Galateia ve kızı Paphos'un doğa tasvirleriyle süslenen anıları sımsıcak bir his veriyor okura. Paphos'un okumayı ve hayatı öğrenebilmesi için eğitim alması adına Galateia'nın verdiği çaba içinde yaşadığımız yüzyılda hâlâ bir yerlerde gerçek. Feminist edebiyatın çoğu eserinde deniz ve özgürlük beraberce kullanılıyor. Madeline Miller da Galateia'nın özgürlüğü denizde bulmasını ve bunu çok sevdiği kızı Paphos için yapmasını masalsı ve dokunaklı şekilde yapmış. Az ama çok, hüzünlü ama huzur da veriyor. Masalsı anlatımın yanına mükemmel illüstrasyonlar da eklenince sayfaları çevirme süresi epey artıyor okurken. Ara ara dönüp eşsiz görsellere bakıp tekrar okuyacağım Galateia ve mücadelesini.
Galateia
GalateiaMadeline Miller · İthaki Yayınları · 20223,010 okunma
235 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.