Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Murat Uludağ

Sabitlenmiş gönderi
“Cahil kalmak ne utanç verici!”
Reklam
Birbiri ardınca gelen hadiseler ve gündelik iş içinde, o acayip gece ve onun şairane rüyasını unuttum. İçimde yalnız bir defa görülen güzelliklere karşı beslediğimiz o acayip, daüssılalı duygu kalmıştı. Yavaş yavaş o da yosunlandı.  Daüssıla: Yurt özlemi
Uyku: Ölümün kardeşi
Eskilerin “ölümün kardeşi” diye anlattıkları uyku beni bir tarafımdan yakalamış, içinde hiçbir hareket ve şeklin kımıldamadığı, koyu karanlığını hiçbir rüyanın yumuşatamadığı âlemine götürmüştü. 

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bu gece aile hayatımızın kötü bir tarafı ile karşılaştınız, yarın bizim de kendimize göre bir saadetimiz olduğunu göreceksiniz. 
Hayretten çıldıracak gibiyim. Bütün bu insanlar bana uyanık hallerinde rüya görüyorlar gibi geliyor. Ya Rabbim, ne garip bir alemdeyim! 
Reklam
Vâkıâ geniş dediğiniz dünya bazen insan için zannedebileceğinizden çok fazla darlaşır ve zamanın çıkrığı çok defa hiç istemeyeceğimiz bir şekilde döner. Bakın, sabah olmak üzere… İster misiniz, bu sabah güneşle beraber, siz de hayata doğasınız… 
Oh, ne mesutsunuz bilseniz. Geniş dünyada, kendi hayatını yaşamak, günlerin çıkrığını kendi ruhunun ilhamlarıyla çevirmek…
İçime, böyle tek başıma, başkasının gördüğü bir rüya olarak kalmanın korkusu çökmeye başladı.
Ben fedakarlığı bile bile, seve seve yapıyorum, anne-babamı mesut etmek için… İhtiyarlar sevindirildikleri zaman o kadar güzel, o kadar başka türlü oluyorlar ki…
İfadesi güç bir ruh aleti içinde uyandım. O anda bütün benliğimi dolduran acayip, esrarlı, adeta fevkattabia ‘saadet hissi’ni nasıl anlatmalı? Henüz çalınmaktan vazgeçilmiş bir saz gibi ihtizaz (titreşim) içindeydim. Ayrıca içimde, ne olduğunu bilmediğim fakat olacağına %100 emin olduğum bir şey, çok mühim bir şey bekleyen bir hal vardı. 
Reklam
Tabiatımı ve biraz da talihimi bildiğim için, randevu saatine kadar kendimi, bilhassa her zaman başıma gelen münasebetsiz tesadüflerden korumak istiyordum. Çünkü benim hayatımda, bütün iradesizlerde olduğu gibi, tesadüflerin korkunç bir rolü vardır. 
“Bir bardak soğuk su olsa…” Ve boğazından bu suyun aydınlık ve serin geçişini, bütün uzviyetine ağır ve mahmul (yüklü) bir yaz öğlesinin sonunda yağmurun boşanması gibi tasavvur ediyordu. Ölmüş, yaşayan bütün bir kainat, gece yarısı büyük su seslerine doğru, bir çölden koşan hayvan sürüleri gibi orada, kurumuş gırtlağına toplanmış, bir damla suyun serin şifasını bekliyorlardı ve Abdullah bu susuzluğun tesiri altında büzülmüş damarlarını bir nevi karışık köklü Tuba ağacı gibi görüyordu. 
Fakat ne kadar susuzdu. Bütün boğazı ve vücudu yanıyordu. Abdullah bu susuzluğun tesiri altında, bütün vücudunu, kızgın öğle güneşinde kavrulan bir ağaç gibi, dal dal, yaprak yaprak, örgü örgü, hücre hücre tutuşmuş sanıyordu.
Bir ömür bitebilir. İnsan ölebilir, çıldırabilir. Bir enkaz, bir çöp, bir iskelet, bir cîfe olabilir. Fakat yalansız yaşayamaz. Ölüm bile arkasına dayanacağı bir yalan olmazsa tahammülsüz bir şey olur. Başımın altına rahat bir yastık gibi koyacağım tek bir yalan kalsaydı… Fakat hayır, bu gece en çıplak, en zalim hakikatlerin gecesiydi. Abdullah her şeyi görecek, her şeyi anlayacaktı! 
Zavallı Abdullah Efendi, o insanları bir vakitler ne kadar ciddiye almıştı. Kimi sadece bir hokkabaz, kimi sadece bir budala, kimi düpedüz bir yalancı, kimi ayaklarının ucunda yaltaklanan bir köpek, kimi ağzında etinden kopardığı kanlı bir lokma ile karnını doyurmaya çalışan bir kurt yavrusuydu. Hemen hepsi yüksek bir sanat haline getirilmiş, zulüm, riya ve yalandan yapılmış gibiydiler. Hepsinin karanlık yüzlerinde, kin ve haset melun yıldızlar gibi parlıyordu…
Ne garip odalardı bunlar… Hepsinin duvarlarında o, içeriye adım atar atmaz cilalanmış gümüş parıltısı birdenbire sanki bir beddua veya bir tılsımla bulanan büyük, geniş aynalar vardı. Birtakım insanlar, ömrünün macerasında oynadıkları rolün hakiki yüzüyle bu aynalarda görünüyorlar, sonra tekrar kayboluyorlardı.
38,7bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.