Babam gelirdi ve akşam olurdu.
Bahçedeki akasya ağacı
gün boyu biriktirdiği kuşları
Birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.
Siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.
Kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi.
Ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.
Yalnızca gaz lambasıyla konuşan
bir diş gıcırtısıydı babam.
Kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.
Tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç.
Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.
Ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
Ne kadar susarsa o kadar terlerdi.
Boncuk boncuk döktüğü ter,
hep uzağından geçen kadınların
İçinde göveren gözleri miydi?
Babam en çok kışa yakışırdı.
Bilge Loocus günlerden bir gün bilinmeyen bir nesneyle karşılaşır - bir kadın. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmeyen Bilge önce onun kendisine benzerliği karşısında hayretler içinde kalır; ama sonra, ondan biraz da korkarak, çevresindeki bütün erkeklere şöyle seslenir: “Hey! Ben onun yüzüne bakabiliyorum, bunu o yapamaz - demek ki kadınlar asla benim gibi olamazlar!” Ve böylece kendisinin ve erkek yoldaşlarını rahatlatarak erkeklerin kadınlara üstünlüğünü ispatlar. Bu arada aynı uslamlama Loocus’un bütün diğer erkeklerden üstün olduğunu da ispatlar - ama bunu onlara belli etmez. Kadın buna karşı çıkar: “Evet, sen benim yüzümü görebilirsin, bunu ben yapamam - ama ben de senin yüzünü görebilirim, bunu da sen yapamazsın! Öyleyse biz eşitiz!” Ancak buna karşı Loocus beklenmedik bir çıkış yapar: “Kusura bakma, ama benim yüzümü görebildiğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Siz kadınların yaptığı biz erkeklerin yaptığıyla aynı değil - daha önce işaret ettiğim gibi sizinki daha düşük nitelikte ve bu yüzden aynı adla anılmayı haketmiyor. Ona “kadıncagörme” diyebiliriz. Benim yüzümü “kadıncagörebiliyor” olmanın bir önemi yok, çünkü durum simetrik değil. “Bunu görebiliyor musun?”
“Kadıncagörüyorum,” diye kadıncayanıtlar kadın ve kadıncayürüyerek uzaklaşır ...