Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

kerzey35

Amerikalı bir başka psikiyatrist, David D. Burns, İyi Hissetmek (Feeling Good) kitabında Türkçeye "meli/malı" olarak çevirebileceğimiz "should" kipinin, kişi bu kipi ister kendisi ister başkaları için kullansın, mutsuzluğa ve içsel çatışmalara nasıl sebep olduğunu, gereklilik kipini hayatımızdan neden tümüyle çıkarmamız gerektiğini anlatıyor. Ben bu durumu Türkçede bazen "Kimse 'meli/malı' kipi kullanmamalı." diye espri yaparak açıklıyorum. "Birinin çuvallamasını mı istiyorsunuz? Ona mükemmeliyetçilik aşılayın. 'İyi'nin karşıtı 'kötü' değil, 'mükemmel'dir." de diyorum ki son cümleyi Burns çok güzel izah ediyor. Yukarıda verdiğim trafik örneği de böyle. Trafikte ya da bir başka yerde insanlara öfkelenmemize neden olan şey, "Ama böyle davranmamalılar!" düşüncesi. Evet, ama böyle davranıyorlar ve her zaman da davranacaklar. "Bunu yapmamalılar." demek yerine önce onlara bu hakkı içimizden tanıyıp sonra eyleme geçmek, bizim açımızdan çok şeyi değiştiriyor. Gücü o kişiye değil, bize veriyor
Reklam
"Bunu nasıl yapabilirler? Bunu yapamazlar." diyoruz. Halbuki görüyoruz ki yapıyorlar ve her zaman da yapacaklar. Bunu yapmamaları gerektiğine odaklanmak yerine onlara bunu yapma hakkım vermek, bizi çok rahatlatacak. Her ne yapıyorlarsa onu yapma hakkını vermek, yaptıklarını onaylamak veya kendimizi korumamak, olası her tür olumsuz davranışa karşı kendimizi ya da bir başkasını korumamak, hatta karşılık veya tepki vermemek değil. Zaten yapı lan ve biz ne yaparsak yapalım zaten yapılacak olan şeyi yapma hakkını o kişiye teslim ettikten sonra, biz bu yukarıda saydığım şeyleri yapmak konusunda çok daha güçlü ve özgür oluyoruz.
Biri trafikte hatalı mı davrandı? Evet, yaptığı şey yanlış. Ama orada odaklanmam gereken şey, o yanlıştan sonra etrafımda oluşmuş yeni alanda benim nasıl davranacağım. Biri arabasını önüme kırıyorsa eğer, "Bunu neden yaptı? Bu, hatalı! Bunu yapmaması gerek!" diyerek duygusal ve zihinsel enerji kaybetmek yerine o enerjiyi "Tamam. Böyle bir şey yapıldı. Peki şimdi ben ne yapacağım?" düşüncesine odaklamalıyım.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Az Seçilen Yol (The Road Less Traveled) kitabında Amerikalı psikiyatrist M. Scott Peck, kişilik bozukluğu olan kimsenin yeterince sorumluluk almadığını, nevrozlunun ise tam tersine, çok fazla sorumluluk aldığını, yani kendisine çok fazla sorumluluk atfettiğini söylüyor.
Sıklıkla yaptığım ilk benzetme babamdan. Babam, çok temkinli bir insan (enneagramı 6w5) ve dolayısıyla da hayli temkinli bir şoför. Hep şöyle der: "Trafiğe çıktığınızda herkesi deli kabul edin. Herkesi. Her şoför deli ve her biri her an her şeyi yapabilir. Peki siz ne yapacaksınız o sırada? Buna odaklanın. Mesela ben şimdi uygun hızda ve mesafede gitmeliyim ki bir şoför onu ya da bunu yaptığında kendimi koruyabileyim, doğru manevrayı yapabileyim." Ben de hep şöyle derim: Babamın bu söylediği, sadece trafik için geçerli değil. Hayatta da böyle: Herkes her an her şeyi yapabilir. Ve kimin ne yapabileceği benim kontrolüm dışında. Ben sadece kendi eylemlerimden mesulüm. Yani bana düşen, benim sorumluluğumda olan, kim ne yaparsa yapsın orada benim ne yapacağım.
Reklam
Su ve yüzme, çok basit olmakla birlikte aslında üzerinden çok şeyi anlayabileceğimiz türde bir analoji zemini sağlıyor bize. Bu nedenle çok sayıda başka benzetme ve örnekle anlatmak istiyorum bunu. Bir kısmı, daha önce de yaptığım analojiler. Fakat bu sefer her birini yüzmeye bağlayıp su ile ilişkimiz üzerinden yeniden açıklayacağım ve sonra bunlara reel hayattan örnekler vereceğim. O nedenle, yaptığım her benzetmeyi aklınızın bir köşesinde tutmanızı rica ediyorum.
Haksızlığa Takılmak Bizi Neden Aşağı Çeker?
Yaşamak, suyun içinde olmanın ta kendisi. Belirsizlikle çevrelenmiş halde, ne taraftan hangi dalganın geleceğini bilemeyerek, suyun içinde neler olabileceğini tahmin edemeyerek, zeminin nerede nasıl olacağını öngöremeyerek yaşıyoruz. Fakat denizde olmakla ilgili tek mesele, belirsizlikle baş edebilme kapasitesi değil. Acıyı kaldıramadığımızda
Hayatın suyun içinde başladığını ve sudan geldiğini anlatmıştım. Hem reel hem de sembolik ve psikolojik olarak. Su, hayatı temsil ediyor. Hayatta bulunmakla birlikte her birimizin bir anlamda suyun içinde olduğunu söyleyebiliriz. Suya giren genç kız gibi, biz de denizin ortasındayız.
Yüzmesini Öğrenmek Neden Yaşamasını Öğrenmeye Benziyor? "Yüzmeyi öğrenmek", "yaşamayı öğrenmek" değil, "yüzmesini öğrenmek", "yaşamasını öğrenmek" diyorum burada. Nedeni umarım anlaşılır olacak. Bu ifadeler arasındaki nüans, anlatmaya çalıştığım şeyin genel ve teknik bir öğrenmeden farkını da gösteriyor.
Reklam
Ben de buraya kadar, toprağın altındaki, suyun altındaki görünmeyen taraflarımızı biraz daha görünür hale getirmeye çalıştım. Çünkü görünmeyen benliklerimiz de benliğimize dairdir.
Her birimiz anneyiz ve her birimiz bebekler doğurduk kendimizden. Suyun içinde var olup suyun içinden dışarı doğan bebeklerdi her biri. Sonra yeryüzüne karıştılar ve İngilizce "immediate reality" denen, anlık gerçeğimizin, şu an olduğumuz benliğimizin, dış realitenin bir parçası oldular. Hissettiğimiz ama ifade edemediğimiz acılarımızsa, doğmak istemiş ama doğamamış taraflarımıza dair. Onları doğurdukça güçleniyoruz.
Farkında olalım ya da olmayalım, biz de doğmak istemiş ama doğamamış, olmak istemiş ama olamamış ben'lerimizi ve potansiyellerimizi, ölmüş bebeklerimiz gibi yaşıyoruz ve taşıyoruz içimizde. Ölmüş bebeklerimizin üzüntüsünü onlar için üzüldüğümüzü bilmeden götürüyoruz her yere beraberimizde. Çocuklar, gerçeğin psikolojik ifadesi konusunda bizden çok daha mahirler.
Ben insan değil miyim?
Hep söylediğim gibi; sadece şu an olduğumuz insan değiliz, olma ihtimalimiz olan bütün ben'leri de içimizde taşıyoruz her an. Doğmuş ve doğamamış bütün ben'lerimizin toplamı aslında gerçek "ben". Depresyon, kaygı, erteleme gibi isimler verdiğimiz şeyler, aslında kendimizin yasını tutma biçimlerimiz. Doğmak istemiş ama doğamamış her ben'imizin yasını tutuyoruz. Olmak istemiş ama olamamış her potansiyelimizin. İşte roman, bu yasla ilgili. Ve bu yas, tabii ki suyla derin bir irtibat içinde. Benliğimizin derinliklerinin psikolojik realitemizde suyun derinlikleri olarak hissedilmesi gibi.
Genç kızın hatırladığı parçalarla, denize intihar etmek için girdiğini anlıyorduk kısa süre içinde. Yüzme bilmediği halde ve zaten yüzme bilmediği için, en zor denizi, -romanda isim verilmese de detaylardan anlaşılabileceği üzere- Karadeniz'i seçmişti. Suyun içinde yavaş yavaş ilerlerken, ölmek ve yaşamak arasındaki çok ince çizgiyi, içinde, yine su içinde kıpırdanan o canlının ölmek ve yaşamak arasındaki çok ince çizgisini düşünüyor, ifade ediyordu. Bu sözleri çok açık olmamakla birlikte birkaç şekilde yorumlanabilirdi: Kimdi bu su içindeki canlı? Şu an su içinde yürüyen, ölüm ve yaşam arasında ince bir çizgide olan kendisi mi, rahmindeki bebek mi, kendi iç benliği mi, yoksa bunların hepsi mi?
30,7bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.