Martıları Seven Adam ‘ı uyku tutmamış, yatağında dönüp duruyordu. Çünkü onu martılardan daha mutlu eden tek bir şey vardı, o da Fransız Teğmenin Kadını Patrice’ydı ve onu düşlerken gözüne uyku girmiyordu. Hava aydınlanırken
Güzel Yazı Defteri ‘ni eline aldı. Sayfaları şöyle bir karıştırdı. Başlıklardan birisi dikkati çekmişti. Başlık, ‘
Nasıl Ölünür ‘ kırmızı kalemle ve büyük puntolar ile yazılmış ama aslında dikkatini çeken şey başlığın son iki harfinin küçük bir su damlasıyla dağılmasıydı. Dün gibi hatırlıyordu o başlığı atarken ağladığını. Kendini teskin edip gözünün önündeki kara bulutları dağıttı.
Palto ‘sunu omuzlarına aldığı gibi yola koyuldu. Kapıdan adımını atmıştı ki karşısına
Zacharius Usta çıktı. Yanından hızlıca geçerken usta arkasından ‘Hey! Martı Adam’ diye seslendi. Gerçek ismini mahallede hatırlayan yoktu. Tüm mahalle, onu Martı Adam diye çağırırdı. Martı Adam, ustanın seslenişini duymadı bile. Aklında sadece Fransız Teğmenin Kadını vardı. Buluşacakları restoranda bir an önce varmak istiyordu.
Martı Adam restoranda girdiğinde Patrice eski yerlerinde onu bekliyordu. Patrice, solgun gözüküyordu.
Suçluyorum diye sayıklıyordu. Martı Adam ile göz göze gelince küçük de olsa tebessüm etti. Aklı hala o kızdaydı. Birden başını kaldırdı ve ‘
Ecce Homo ‘yu bilir misin? ‘ diye sordu. Martı Adam’ın yüzündeki şaşkınlıktan bilmediğini anlayınca açıklamaya koyuldu. ‘Ecce Homo (Latince: "İşte (bakın) İnsan") dövülmüş, bağlanmış ve dikenlerle taçlandırılmış İsa'yı öfkeli ve nefretli kalabalığa sunan Pontius Pilatus tarafından İsa'yı kastederek söylenmiş vurgulu cümledir. Geçen gün kent meydanında asılan
Uysal Kız için de toplanan kalabalık buna benzer şeyler söylüyordu.’ dedi.
Kızcağızın
Gurebahane-i Laklakan (düşkün leylek evi)‘nın bitişiğindeki bahçede.
Bahçedeki vişneler kırmızıdan kızıla dönmeye başlamıştı. Temmuz ayı, vişnelerin olgunlaşma zamandır. Kara keşiş tam hikâyeye başlamıştı ki aylardan temmuz olasına rağmen
Yaprak Fırtınası nın habercisi olan bulutlar şehrin ufuklarından gözükmeye başladı.
Hikâyenin zamanı belirsiz olduğunda Kara Keşiş her zaman sözlerine
Büyülü Dağ ‘ın ardından kente hücum ettiği için ahali bu ihtimali hiç düşünmemişti. Yaprak fırtınası sanmışlardı. Hazırlıksız yakalandılar. Yakınlarda açık olan
Hoşgör Köftecisi ‘ne sığındılar.
Köfteci buna hazırlıklıydı. Kent konseyinin yıllar yıllar önce hazırladığı
Zeytindağı tarafından gelen yaprak fırtınalara her zaman hazırlıklıydılar. Çünkü kent konseyi sözleşmede bunu özellikle belirtmişti. Sözleşmedeki o madde ‘Bütün esnaflar, fırtına ve kasırgalara karşı hazırlıklı olacak ve dükkânına sığınan herkesin can güvenliğinden sorumlu olacaktır.’ şeklindeydi.
Hikâyesi yarım kalan Kara Keşiş, kendisi gibi kara bulutları görünce içinden
Şimdi Sevişme Vakti diye düşündü. Kendini birden köfteciden dışarıya attı. Köfteci, arkasından bağırsa da Kara Keşiş hiç oralı olmadı.
Yolda kasırga iyice şiddetlendi. Kara keşiş kasırganın azgın rüzgârlarıyla adeta sevişiyordu. Dışarıdan gören onun dans ettiğini düşünürdü. O ise aklında yarım kalan hikâyesi,
Kendine Ait Bir Oda ‘nın hayalini kuruyordu. Küçücük köftecide sıkışıp kalmak, hiç ona göre değildi.
Kara keşiş köşeyi döndüğünde kentin en gözde arabasını görmüştü. Onu bu kadar kötü yapan şeylerden birisi de
Araba Sevdası ydı. Kendini bildi bileli bir arabası olmamıştı. İçinde kalan bir arabaya sahip olamamanın hıncı, kötülük yapma dürtüsünü daha da alevlendirmişti. Kasırga ile sevda ateşi birleşince Kara Keşiş’i tamamen saran
Küre şeklinde vişneçürüğü renginde hayali bir kalkan olduğunu düşledi. Vişneçürüğü, Kara Keşişin en sevdiği renkti. Araba sevdasının ateşiyle yanıp kavrulan Kara Keşiş’in başka renk sevmesi hayal bile edilemezdi.
Kent meydanında
İnsanoğlu İsa yani bir kurban lazımdı.
Kent meydanında bir evsiz vardı. Adı
Hamlet ‘ti. Kent meydanı, günün her saatinde mutlaka güneş görecek bir şekilde tasarlanmıştı. Hamlet, gün boyu gölgeyle yakalamaca oynardı. Güneş döndükçe o da gölgeden kaçardı. Fırtına her geldiğinde kurbanını almadan gitmezdi. Tüm ahali bu sefer ki kurbanın Hamlet olacağından emindi. Bu kararı veren her zaman Kara Keşiş’ti. Ahalinin aklına gelmeyen bir şey vardı. Kara Keşiş hiçbir zaman ahali ile aynı kişiyi seçmezdi.
Bu seferki kurban, uysal bir kız olmalıydı. Kara Keşiş’in gözüne
Camdaki Kız takıldı. Kasırganın ortasında sessizce
Neredesin Arkadaşım bunu tek başına yapamam mutlaka yanımda güvendiğim biri olmalı diye düşündü. Cahil bir topluluğu galeyana getirmenin en kolay yolu savunmasız bir kızı hafif meşreplikle hatta orospuluk yapmakla suçlamaktır.
Üç Kız Kardeş ten en uysal olanını seçti. Diğer ikisi çok aptal olduğu için onlarla uğraşmak boşuna zaman kaybıydı. Planın en önemli aktrisi ve ona kötülükler yapmasında yardımcı olan kişi
Başkasının Karısı ydı. Bu kadın herkese her iftirayı atabilecek karakterdeydi. Bakışlarından şer akıyordu.
Plan şöyleydi:
Üç kız kardeş yakın zamanda
Erzurum Yolculuğu ndan dönmüşlerdi. Kent Konseyi, kent halkını dışarıdan gelebilecek bulaşıcı hastalıklardan korumak için kent dışına çıkan kişiler döndüklerinde karantinaya alınıyordu. Şehrin hemen dışına kurulan bir handa karantina sürelerini tamamlıyorlardı. Üç kız kardeş bu handa bir aya yakın kalmışlardı. Ayrıca han, savaşta tutsak edilen yüksek rütbeli komutanlar ve devlet erkânı gibi
Esirler için toplama kampıydı. İsmi esir kampı olsa da önemli kişilerin bütün konforu düşünülmüş.
Şair Evlenmesi adı altında parayla kadınlarla birlikte bile olabiliyorlardı.
Uysal Kız ve diğer
İki Hödüğün Seyahati bitip de handa karantina girince Uysal Kız esir düşen devlet erkânı ile birlikte olduğu dedikodusu yayılacaktı. Böyle bir komplonun
Uğur Mumcu nun suikastını bile gölgede bırakacağını düşüyordu.
Uysal Kız,
Kırmızı Bisiklet ine binip şehir merkezinde dolaşmaya çıkmıştı. Başkasının Karısı, Uysal Kızı görünce içindeki bütün şerleri akıtıp bağırmaya başladı. ‘
Denizler Altında 20.000 Fersah gidip dönüşte de esirler kampındaki herkesle yatıp kent meydanında böyle nasıl rahat rahat gezebilirsin!’ diye durmadan tekrarlayarak bağırıyordu.
Meyhanede Kadınlar bile bu bağırışları duymuşlardı. Birbirlerine dönüp bu sefer
Kızılderili Masalları ndan değil sanırım. Çünkü Kara Keşiş, ne zaman doğal bir afet olsa özellikle de fırtına, doğanın kurban istediğini söyleyip binbir entrika ile birinin canını yakardı.
Üç Yıl önceki fırtına da bunlardan biriydi. Kara Keşiş, Kızılderililerin doğa ile bütünleşmesini sürekli kullanır ve senaryolarını ona göre tasarlardı.
Kara Keşiş, bu senaryoyu içinde
Bütün Şiirleri nin bulunduğu rafı karıştırırken bulduğu eski bir kitapta okumuştu. Adadaki bütün çocuklar bu kütüphaneyi nedense çok seviyorlardı. O gün de kütüphane kafa kafaya vermiş yüzlerce çocukla doluydu. Kendi çocukluğu aklına geldi. Kara Keşiş’ten başka kentteki kütüphanenin yerini bilen bir tane bile çocuk yoktu.
Şimdiki Çocuklar Harika diye düşündü. Bu sinirlenmesine yetecek bir sebepti. İyi olan hiçbir şeyi sevemiyordu. Eski kitaptaki hikâyeyi okuyup kütüphaneden çıkmıştı. Tabii çıkmadan önce kütüphane binasını taşıyan ana kolonuna
Bomba yerleştirmeyi unutmamıştı. Bombanın ekranı 00.00 gösterdiğinde önce adadan gökyüzüne
Altın Işık lar saçılmış sonrasında kulakları sağır eden patlama sesi duyulmuştu. Fakat Kara Keşiş,
Efruz Bey in kaptanlığında gri bir gemiyle adadan uzaklaşırken ne arkasına bakmış ne de kulaklarını tıkamıştı.
Meyhanedeki kadınlar,
Yüksek Ökçeler i olan ayakkabılarıyla kent meydanına ağır aksak yürüyerek varmışlar. Meydana geldiklerinde Uysal Kızı gören kadınların ağzı açık kalmıştı.
Göktürk Kitabeleri ni yazan Yollug Tigin, Uysal Kız’ı görseydi bütün işini gücünü bırakıp sadece Uysal Kızı betimlerdi. Çünkü bu kız,
Gülnihal ‘den bile güzeldi.
Kara Keşiş, tüm kent ahalisine kendi gibi iyi olan her şeyden nefret etmeyi aşılamıştı. Aslında Uysal Kız’ın güzelliği ahaliye onu öldürmek için geçerli bir sebep veriyordu. Bir de üstüne orospuluk yaftası da eklenince ahalinin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Kızı daha ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden orada asıvermişlerdi. Uysal Kız’ın güzelliği
Değirmen taşında öğütülmüş buğday tanesi gibi birden yok oluvermişti. Kızın güzelliği artık
Bir Alkoliğin Anıları gibi belli belirsiz akıllarda kalmıştı.
Patrice, kan çanağına dönmüş gözleriyle Martı Adam’a baktı. Duyulur duyulmaz bir sesle ‘Uysal Kız çok
Candide biriydi’ dedi . Martı Adam tekrar anlamaz gözlerle bakınca ‘Candide farsça temiz yürekli demektir’ diye açıklama ihtiyacı hisseti. Martı Adam’ın
Kızıl Elma gibi yanaklarından gözyaşları süzülüyordu. Martı Adam başı yerde ‘Ama benim
Var mısın? ? Uysal Kız’ı asanları engellemeye çalışan
Sakıncalı Piyade yi bulup onunla birlik olalım. Sonra da her birimiz bu yolunu kaybetmiş cahil halka yol gösteren birer
Deniz Feneri olalım.’ diye ekledi. Martı Adam inançsız bir şekilde ‘Olur’ dedi. Başını hafifçe kaldırıp yaramazlık yapan suçlu bir çocuk gibi Patrice’ye bakarak ‘Kara Keşiş olmasa cahil halk, dalgalı bir deniz değil
Gölet bile olamaz. Yönetmesi de baş etmesi de çok kolay olur.’ dediği anda Patrice çantasını aldığı gibi uzaklaştı Martı Adam’ın yanından…