Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

aybüke ağlar

aybüke ağlar
@aylakbu
biraz çiçek, sonra gideceğim| instagram.com/aylakbu
"kimde yanış varsa, nuru o bulur." -mesnevi
Reklam
Kendiliknesnesi ihtiyaçları eksik kaldığında yeterince gelişmemiş kırılgan kendiliğini korumak amacıyla çocuk, farklı savunmalar kullanabilir. Bu savunmalar, çocuğun yetiştiği ortama uyum sağlamak adına geliştirdiği duygusal mekanizmalardır (Siegel, 1996). Her ne kadar işlevsiz veya ilkel gözükse de savunmalar bireyin elindeki en sağlıklı başa çıkma yollarıdır. Bu yollar, aşırı uyumluluk veya sosyal içe çekilme gibi farklı biçimlerde gözlenebilir (Siegel, 1996). Birey, defalarca kendiliknesnelerine güvenip örselendiğinden, aynı deneyimi yeniden yaşamamak adına kendisine bu psikolojik bariyerleri oluşturur (Wolf, 1988). Bu savunmalar her ne kadar uyumlama stratejileri olsa da bireyin hayatının sonraki dönemlerinde karşısına çıkan yeni kendiliknesneleriyle düzeltici deneyimler yaşamasının önünde engel oluşturur ve böylece iyileşme ihtimalini azaltır (Wolf, 1988).
Ebeveynler, yani aslında bireyin ego ideali tarafından onaylanmayan tepkiler (duygular, davranışlar) ve ihtiyaçlar, çocukta utanç yaratarak kabullenilemez olur; kendiliğin ana kısmından dikey (yok sayma) ya da yatay (bastırma) olarak ayrılır ve kendiliğin bilinçli farkındalığında olmayan bölümlerinde yer almaya başlar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kohut (1971), kendiliknesnesi yokluk veya yetersizliğinden kaynaklı olarak kendiliğin zarar görmesi durumunu travma olarak adlandırmıştır. Travmatik nitelikteki olayları net bir biçimde tanımlamamış çünkü bir durumun travmatik etkisinin, deneyimleyen kişinin psikolojik olgunluğuna ve olayın doğasına göre değişebildiğini; önemli olan noktanın o deneyimin kişi için ifade ettiği anlam olduğunu vurgulamıştır (Wolf, 1988). Bu tür durumlar, bireyde yoğun bir duygulanım yaratır ve kendilik bu tür bir duygulanımla baş etmek konusunda yeterince güçlü olmadığından sürekliliğini kaybeder ve geçici ya da kalıcı olarak dağılır (Kohut, 1977). Çocukluk döneminde yaşanan eksiklik ve yokluklar kritik önemde olsa da bireyin hayatının sonraki dönemlerinde yaşadığı farklı kendiliknesnesi deneyimleri de psikopatolojiyi olumlu ya da olumsuz etkileyecek bir etkiye sahip olabilmektedir. Özellikle gelişimsel geçiş dönemlerinde (ödipal dönem, ergenlik, evlilik, ebeveynlik vb.) kendiliğin kırılganlığı yüksek olduğundan bu tür dönemlerde travma ve duraksamalar daha sıklıkla gözlemlenebilmektedir (Wolf, 1988).
Kohut’un (1977) kuramına göre kendilik, kişiliğin çekirdek birimi olup doğuştan getirilen faktörler ile çevresel deneyimlerin sonucu şekillenen bir yapıdır. Bu yapı, alt parçalardan oluşur ve zamanla uygun bir çevre içerisinde bulunduğunda bütünlüklü bir hal alır. Dolayısıyla kendilik, bireyin geçmişini temsil eder; içinde hırslar, idealler, hedefler, yetenek ve becerileri taşıyarak bireye hayatta itici güç ve inisiyatif sağlayarak bugününü ve geleceğini şekillendirir (Kohut, 1977).
Reklam
Kendilik Psikolojisi Yaklaşımı Üzerinden Bir Çekingen Kişilik Olgusunun İncelenmesi Winnicott (1965), “Saklanmak bir eğlence ama bulunmamak bir felakettir” (It is a joy to be hidden, but disaster not to be found”) demiştir (s. 186). Saklambaç oyunundan yola çıkarak yapmış olduğu bu alegori, saklanmanın ve görünmek istememenin, bulunmak istememek anlamına gelmediğini vurgulamaktadır. Çekingen kişiliğe ait bu belirtileri anlamak için de öncelikle bu “görünmezlik” deneyiminin anlaşılması gerektiği düşünülmektedir.
Jahr çıkarlara sahip olmanın aslında bir canlının kendi canlılık özelliğini, yani yaşamını devam ettirmede kendisine iyi gelen şey olarak düşünür. Dolayısıyla bu görüş Aristoteles’in ortaya koyduğu her canlının bir işi ya da iyisi olduğu, yani doğası olduğu ve her canlı ne kadar bu doğasına uygun davranırsa o kadar erdemli olacağına dair anlayışına benzemektedir “… ayrıca insanın işinin belli bir yaşam olduğunu, bu yaşamın da ruhun akla uygun etkinliği ve böyle eylemler olduğunu; erdemli insana yakışanın bunları iyi ve güzel bir biçimde yapması olduğunu; her şeyin ise kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa, iyi gerçekleştirilmiş olduğunu da ileri sürüyoruz” (Aristoteles, 2005, s. 8). Jahr, Aristoteles’in teleolojik bakış açısıyla ortaya koymuş olduğu her canlının iyisi düşüncesini teolojik olarak ele almıştır. Dolayısıyla Jahr için her canlının kendi kaderini yaşayabilmesi için kendi çıkarına, yani kendi iyisine ulaşabilmelidir. Bu bakımdan Jahr için artık ahlak yasası değil, yaşam kutsaldır. Çünkü her canlının kendisini ortaya koyduğu kendine has bir yaşamı vardır.
Jahr’ın kategorik imperatifi Kant’tan farklı olarak yaşamın kutsallığı üzerine kuruludur. Çünkü bu yaşam ve bu yaşamdaki tüm canlılar Tanrı tarafından yaratılmışlardır. Dolayısıyla hiçbir canlının bir diğerinden değer ve hak açısından bir farkı yoktur. Ancak belirtmek gerekir ki haklarda eşitlik aynı haklara işaret etmemektedir. Jahr her canlının kendi kaderini gerçekleştirmek için kendisine gerekli olan şeylere ulaşma bakımından eşit olduklarını düşünür. Bunun anlamı “bitkiler, hayvanlar ve insanlar için eşit haklara sahip olma iddiası,kendi tür ve gereksinimlerinin eşit olarak değerlendirilmesi anlamına gelir ve her anlamda ve her şekilde eşit muamele anlamına gelmez” (Engels, 2011, s. 497).
Kant’ın kategorik imperatifinde kutsal olanın ahlak yasası olduğunu dolayısıyla ahlak yasasının taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi olan akıl sahibi insanın değerli olduğunu gördük. Buradan hareketle Kant’ta etik ilişki, akıl sahibi varlıklar arasında gerçekleştirilebilir, yani etik ilişkide bir karşılıklılık söz konusudur. Bu bakımdan Kant’ta ahlaki
Kant’tan farklı olarak Jahr canlıların değerinin Tanrı tarafından yaratılmalarından kaynaklandığını belirtir. Tüm canlılar Tanrı tarafından yaratıldığından onlara özen göstermek gerekmektedir. Çünkü ona göre, “aslında Tanrı, çiçeklerin ölmesi ve tahrip edilmesinden dahi üzüntü duymaktadır” (akt. Kalokairinou, 2016, s. 151). Bu yüzden Jahr kategorik imperatifin temel formunu, Kant’tan hareketle, “yaşayan tüm canlılara olabildiğince saygı duyulmalı ve eylemlerimizde amaç olarak görülmeli” olarak belirler.
Reklam
Kant’a göre, insan akıl sahibi bir varlık olarak diğer varlıklardan farklıdır. Akıl sahibi olmak farktır, çünkü akıl insanı diğer canlılar gibi doğal zorunluluğa göre değil, doğal zorunluluğun dışında, yani ahlaksal gerekliliğe göre eyleme olanağına götürmektedir. Dolayısıyla akıl sahibi olmak ahlaksal davranabilmeyi de beraberinde getirmektedir. Kant için insanın değeri de burada ortaya çıkar. Aslında değerli olan akıl sahibi varlık olarak insanın özerk bir istence göre, yani ahlak yasasına göre eyleyebilmesidir. “Demek ki özerklik insanın ve her akıl sahibi varlığın değerinin temelidir” (Kant, 2002, s. 53)
Buradan hareketle Jahr “Biyo-psişikten biyo-etiğe doğru yalnızca bir adım vardır, eş deyişle ahlaki yükümlülük varsayımı yalnızca insanlara yönelik değil, yaşayan tüm formlara yöneliktir” (Jahr, 2010, s.227) sonucuna varır. Jahr’ın varmış olduğu sonuç aslında bu tarz deneylerin canlıları tanımamızı ve bu tanıma ile ahlaki norm ve davranışlarımızı değiştirme talebidir. Günümüz canlı merkezci düşünürleri de Jahr ile hem fikirdirler. Örneğin Paul Taylor, her canlının bir iyisi olduğunu ve bizlerin o canlının iyisini bilmediğimizden dolayı ona zarar verebileceğimizi düşünür. Bu bakış açısı tamamen biyoloji bilgisine dayanır, çünkü Taylor “insan dışı bireysel bir organizmanın iyiliğini, onun biyolojik gücünü en yüksek seviyeye doğru geliştirme olarak düşünebileceğimizi” (Taylor, 1981, s. 199) söyler. Aynı şekilde Lawrence E. Johnson her canlının bir çıkarı olduğunu ve bu çıkarla bağlantılı olarak değerlendirilmeleri gerektiğini belirtir. Dolayısıyla “öncelikle insan dışı varlıkları tanımamız gerekmektedir ki, böylece onların çıkarlarını da anlayabilelim” (Johnson,1991, s. 8). Dolayısıyla insan merkezci bakış açısı canlı merkezci bakış açısına göre çok daha kısıtlı bir açıdan dünyayı ve doğayı yorumlamaktadır. Jahr’ın hedefi de bu bakış açısını bilim vasıtasıyla genişletmektir.
Biyo-etik ilk kez bir papaz ve etikçi olan Fritz Jahr’ın 1927 yılında Alman bilim dergisi Kosmos’da yayımlanan “Biyo Etik: İnsanların Hayvanlar ve Bitkilerle Etik İlişkisine Yeniden Bir Bakış” (Bio-Ethics: A Review of the Ethical Relationship of Humans to Animals and Plants) adlı makalesinde ortaya konulmuştur. Jahr bu makalesinde hayvanlar ve bitkiler üzerine son zamanlarda yapılan psikolojik ve sinir sistemi fizyolojisi çalışmalarından çıkan sonuçları tartışmıştır. Jahr’ın belirttiğine göre; Bu devrimden ne çıktı? İlkin, psikolojide bir nesne olarak hayvan ve insan varlığının temelde eşitliği. Bugün, psikoloji kendisini insanlarla sınırlamaz, aynı yöntemleri hayvanlara da uygular ve anatomik-zoolojik araştırmalarla belgelendiği gibi insan ruhu ile hayvan ruhu arasında oldukça öğretici karşılaştırmalar yapılmıştır. Ve hatta bitki psikolojisinin başlangıç seviyesinde gözlemlenmiştir. Bu bakımdan modern psikoloji araştırmaları tüm canlıları kapsar. (Jahr, 2010, s. 227)
Kurallar eylem için daha kesin ve pratik rehberdirler. İlkeler ise kuralların hem dayanakları hem de pratik hayatta olgusudur (Beauchamp 2010: 44). Dolayısıyla ilke bir olgu değildir, fakat onun olgusal karşılığı olan kurallar vasıtasıyla ortaya konabilir. Bu bakımdan herhangi bir kuralı değerlendirmek için onun hangi ilkeden hareketle ortaya konduğunu bilmek gerekmektedir. Bununla birlikte ilkeler ve kurallar arasında veya başka ilkeler arasında çatışma durumu halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin herhangi birisine zarar vermemesi için bir kişiye yalan söylemek. Ya da tıp etiği bağlamında düşündüğümüzde bir psikiyatrın hastasının iyiliği için veya bu hastanın bir başkasına zarar vereceğini bildiği için hastanın mahremiyetini yetkili kişilere anlatması. Bu durumda “yalan söyleme” veya “hasta mahremiyeti” normu çiğnenmiş olur, fakat zarar verme durumu da engellenmiş olur. Dolayısıyla burada çatışan iki normdan durum değerlendirmesine göre bir norm tercih edilmiştir. Bu da bize gösteriyor ki normlar her durumda mutlak uygulanacak yasalar değildirler. Daha ziyade her durum ve koşulda onların tekrar düşünülmesi ve hangi ilkenin uygulanacağının hesap edilmesi gerekmektedir.
TIP ETİĞİNDEN BİO-ETİĞE: FRITZ JAHR
Bu ortak ahlak, tüm insanlar için geçerlidir ve tüm insan davranışları bu normlara göre değerlendirilir. Bu normların örnekleri: “(1) öldürme, (2) başkasının acı çekmesine sebep olma, (3) kötülüğü veya zarar görmesini engelle, (4) tehlikedeki kişileri kurtar, (5) gerçeği söyle, (6) genç ve muhtaç olana sahip çık, (7) sözlerini tut, (8) çalma, (9) masumları cezalandırma ve (10) herkese eşit ahlaki tutumla davran” (Beauchamp, 2010, s. 43). Yüzyıllar boyunca edinilen deneyimleri hesaba katan Beauchamp ve Childress için bu tür temel normlar gözetilmedikçe, insanlık durumu sefalete, karışıklığa, şiddete ve güvensizliğe doğru gitmektedir.
43 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.