oğlunu görmeye gelirdi, ama gelinine bir hıncı var gibiydi. Onun "gidişini, para vaziyetlerine kıyasla aşırı" buluyordu; odun, şeker, mum "büyük konaklardaki gibi çarçur ediliyordu"; mutfakta yakılan kömür ise, yirmi beş tencere kaynatmaya yeterdi!
bulutlar gibi değişen, kasırga gibi kararsız, dönüp dolaşan bir keyifsizlik nasıl anlatılır ki? Ne kelimeler dilinin ucuna geliyor, ne fırsat ele geçiyor, ne de içinde cüret buluyordu.
Charles'ın nazarında evren, Emma'nın ipek etekliğinin etrafından ibaretti; onu kâfi derecede sevmiyor diye üzülüyor, onu göreceği geliyordu; hemen eve döner, yüreği çarpa çarpa merdivenleri çıkardı.
Bir zamanlar karısı onun için deli olmuştu; fakat kendini kul köle ederek sevmesi, kocasını bir kat daha soğutmuştu. Gençliğinde şen, konuşkan, şefkatli olan kadıncağız, yaşlandıkça, açık kalan şarabın bozulup sirkeleşmesi gibi, geçimsiz, yaygaracı, sinirli olmuştu. Önceleri kocasının, köyün şırfıntıları peşinde koşmasına, o kerhane senin, bu meyhane benim sürtüp eve geç vakit bezgin, ağzı leş gibi kokarak gelmesine, sesini çıkarmadan içlenirdi. Sonra gururu ayaklandı. O zaman sustu, kaderine sessizce katlanıp öfkesini ölünceye dek karnında sakladı.
insanların özellikle budalalıklarını seyretmekten, bunlarla kendini zehirlemekten hoşlanırmış, Madame Bovary'de dünyanın en unutulmaz budalalarını betimlemiştir.
Nurullah Ataç