Bazen, keşke, diyorum, keşke akrebi ve yelkovanı daha hızlı dönen, hayatın akışını daha başka ve hızlı bir ritimle yöneten bir saate göre yaşayabilseydik. Bazen ileri, bazen de geri sarabilme imkânımız olsaydı, deriz ama ne mümkün, olmaz.
aramızdan birer birer çekilip gidenlerin ardından üzüldüğümüz kadar, onlardan kısıp da başkalarına cömertçe dağıttığımız sevgimizin farkına daha önce varabilmiş olsaydık eğer, belki onların ardından bu kadar hayıflanmaz, yanıp yakınmazdık.
Yakınlarda bir hanımefendi bana "İnanamıyorum" dedi, "son günlerde diğer insanlarla bir araya geldiğimde hep kendimden bahsediyorum. Sonra kendime dönüp bakıyor, şaşırıyorum. Niye bu kadar çok kendimden bahsediyorum diye." Bu çok açık. Bir şeyin yokluğunu hissettiğinizde, ondan çok bahsedersiniz.
Gördüklerinizi kamera veya fotoğraf makinesi görüntülerine hapsetmekle, tüketiciliğinizi tescil etmiş olursunuz. Sizin görmüş olduklarınızı göremeyen bir başkası size sahip olduğunuz bu ayrıcalıktan dolayı imrensin istersiniz. Kapitalizmin hiç bıkmadan dürttüğü de, işte bu duygudur; Başkalarında haset uyandırma arzusu. Tüketici kültürü, başkalarının sahip olamadıklarına sizin sahip olduğunuz yanılsaması yaratarak hayatınıza geçici bir anlam duygusu, uçucu bir neşe sağlar.
Hepimiz anlattığımız öyküleriz. Bizim de yazarı olduğumuz bir öykü; bizi biz yapan şeylerin arasına katılır, kişiliğimizin, kuvvetimizin bir parçası haline gelir.
Küsen adamlar kuvvetlidir ve onlardan korkulur. Onları "tutunamayanlar" olarak görmek yanlış olur. Onlar kendi hikâyelerine, değerlerine, doğru bildiklerine tutunabilmiş, hayatın karşısında bir tavır geliştirebilmiş insanlardır. Mağaradaki gölge oyunlarına râm olmamış ve 'terkedişin soylu dağı' na sığınmışlardır.
Mülksüzlerin, yoksulların yegâne silahıdır küsmek. Ama zaten modern dünya çarkını onlarsız da çevirebildiği için, tükettiğin kadar var olduğun bir dünyada onların işgal ettiği yer bir dişin kovuğunu doldurmayacağı için, o küsüş pek az işitilir.