bildik şeyi yapmazsan bildik şey başına gelmiyor. İlla on bin yıllık tiyatroyu oynayacaksın ve bunu milyon kere gören duyan bunun kendi hikayesi, kendi başına gelen olduğuna inanacak.
bir hakikat vizyonuyla sonlanan büyük arayış, sayısız oyalanmayla, yan yola sapmayla, anımsamayla, zihinsel ve maddi engellerle ve hem tehlikeli hatalarla hem de ne kadar yanlış görünseler de doğru olan hatalarla doludur.
insan bazen yazdıklarının altında yatan anlamların, imaların bas bas bağırdığını fark edince şaşkına dönüyor, sanki bir anda sağır olduğunu keşfetmek gibi bir şey
7 Kasım’da, “Dolu dolu yaşamayı seviyorum, oturmayan ve seyretmeyen her şeyi seviyorum” diye bir şeyler yazmışım. Buna karşın dolu dolu yaşamıyorum. Yalnızca oturuyorum ve seyrediyorum.
gözlerimiz karşılaştı ve aramızda bir şeyler geçtiğini sezdim. Hissedebiliyordum. Neredeyse fiziksel bir temastı. Bizi değiştiren bir şey. Onun bütünüyle içten bir şey söylemesi ve benimde bunu hissetmem.
Marcel Proust, Kayıp Zamanın İzinde’de şöyle yazar: “Ne var ki, geleceği bazen farkına varmadan içimizde taşırız, yalan zannettiğimiz sözlerimiz, yakın gelecekteki bir gerçekliği tasvir eder.”