"Hangi çiçek, diğerini sarı açtı diye ayıplar? Hangi kuş 'farklı ötünce' diğerine yasak koyar? Derisinden dilinden ötürü ölüyor insanlar..
Ah insanlar! Her şeyi bulan kendini bulamayan insanlar..."
Tam bitti dediğin yerde yeniden başlamak.
Öldüm dediğin yerde yeniden doğmak.
Şimdi yeniden doğdum dediğin yerde binlerce kere daha ölmek.
Nasıl anlatılır Cilka'nın yaşadıkları bilemiyorum.
Daha doğrusu nasıl anlatılır Auschwitz kampı esirlerinin yaşamı bilemiyorum. Nasıl anlaşılır desem daha doğru olabilirdi. Empati yapılamayacak kadar acı dolu hayatlar...
Cilka'yı Auschwitz Dövmecisi'nden tanıyoruz.
Bu kitapta ise tamamen Cilka'nın hayatı anlatılıyor.
Kampta yaşam ile ölüm arasında, sevdiklerinin yaşamı ile ölümü arasında seçim yapmak zorunda kaldığı günlerden, sıyrılamadığı acılarından, yaralarından bahsediliyor bolca.
Aynı kaderi paylaştığı insanların anlayışsızlığında boğuluyordu belki de.
Umut; Nazi kamplarında sudan yapılmış çorbanın içindeki bir taneydi belki de.
Aşk; en çıkmaz sokakta, gecenin zifir karanlığında ışıldayan dolunaydı.
Soykırım ile ilgili çok kitap okudum fakat Cilka'nın hikayesi kadar bana dokunan başka bir hikaye olmadı henüz. Hassas anlarda okunamayacak kadar hüzünlü ve derin.
Haldun Taner'den okuduğum ilk kitap, elbet son olmayacak.
Birbirinden farklı kısa öykülerden oluşan kitap, bir solukta okunacak cinsten. Tanıdığım caddelerde, sokaklarda geçen hikayeleri ayrı bir seviyorum. İstanbul romanlarının, hikayelerinin yeri bende hep başka olmuştur o sebeple. Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu'da sevilenler arasında yerini aldı.
Eski bir dost gibi sıcak, okunası.