Sibel

Aksam güneşi henüz kaybolmamıştı. Kapı aralığından odaya sızan ışıklar kapkara tellerde parıltılar bırakıp kayboluyordu. Vücudu küle dönüşmemişti ama orman yine de hatıra bırakmadan onu salıvermemişti. Yatağından sıçradı. Sessizliğe yemin eden dudaklarından ilk çıkan ses “ayna” oldu.
Reklam
Gidemiyordu. Korkuyordu fakat bir yanı ayağa kalkıp gitmek istemiyordu. Birinin varlığını bırakıp kaçmaktan korkar gibi yüreği telaş aldı. Bu duyguya kapıldığı son anlar çocukluğunu geride bıraktığı anlardı.
İki kez yaşanan ayın karanlığı bir haberciydi. Beraberinde ya zorluk ya da kolaylık getirecekti. Basit yürekler dualar eşliğinde kolaylık dilerken hırsla tahtlarında oturanlar yeni savaşlarla gelecek ganimetleri düşünüyordu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Nereye” dedi içindeki bezgin ses. Her yer bu orman gibi olacaktı. Bugünlük şansı yaver gitse de yarın o da toz zerreleri gibi savrulacaktı. “Nereye” dedi yine. Her kölenin kendisine sorduğu ama asla yanıtını veremediği bir soruydu bu. Onun gibi binlercesinin boğazını acıtan bakışlarına sinen matemdi.
Tuhaf bir şekilde uykusu geliyordu. Bugün yaşadığı korku bir daha asla uyumayacağını düşündürse de göz kapakları ve aynı zamanda vücudu da ağırlaşıyordu.
Reklam
Kök Salan kulaklarını tıkamamak için çabalıyordu. Her şey karanlığa girdiği an tüm ormanı saran ses yayıldı. Sanki savaşın içinde yer almış ve kurtulmak için çırpınan bir kalbi ayaklarıyla çiğniyordu. “Kime ait bu kalp?”
Sibel tekrar paylaştı.
Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte
Son bir kökü eliyle çekiştirir vaziyette kopardığında yaklaşan bir şeyi hissetti. İliklerine kadar terli olan vücudu ormandan çekilen bir rüzgarla irkildi. O rüzgar kılıcın hafif bir halde sallanmasına neden oldu. Korkuyordu. Yine de elleri titrer vaziyette onu kabzasından yakaladı ve çekti. Çekmesiyle ay tutulması gerçekleşti ve orman tüm ışığını kaybetti.
Evet, aksilikler çok fazlaydı ama henüz her şey bitmiş değildi. Henüz ölüme yaklaşmış sayılmazdı. Yaklaşana kadar da kendini korumalıydı. Ağlamak için yanlış zamandı. Karşısındaki kim olursa olsun savaşmalıydı.
Ağacı ilk defa fark ediyordu. Üst üste birikmiş bir sürü kök ağaca yaslanmış duran bir şeyi sarıp sarmalamıştı. Sadece tek bir kök değil binlerce ince kök onu kozadaki değerli bir kelebek gibi sarmıştı. Tam üstünde dolunay bulunan ağacın her dalı ışığı hapsedip kökleri besliyordu. Baktıkça da onu koruduğu kanaatine vardı. Garip olan ağaca yaslanan kişi nerede olduğunu bilmeden her şeyden habersiz derin bir uykudaydı.
Reklam
Ellerini bağrına bastı hıçkırıklarla başını eğdi. Ağlamak, anlatamadıklarını, içinde biriken duygularını dökmenin en kestirme yoluydu. İhtiyacı olmadığında o kestirme yola başvurmazdı ama şu an gözyaşlarına en çok ihtiyacı vardı.
Kılıcı kabzası yerine ortasından çekmeye baş- ladı. Elleri kesilerek çabaladı. Sonunda acıyan ellerini toprağa dayayıp nefes nefese kaldı. Ellerinin titremesini engelleyemiyordu. O sırada bileğindeki köle mührü dikkatini çekti. Kesilen ellerinden kan akmasına rağmen mühür hala görünüyordu. O zamanı o günkü acıyı hiç unutmamıştı. “Kendi kanım bile onu kapatamazken hissettiğim bu yokluğun bu çaresizliğin ne önemi var.”
Yerde yatan kişiye baktı. Yaşasaydı konuşmaktan çekinmeyeceği biri olabilirdi. Kendini ona yakın hissetti. Aynı durumda kaldığı için olabilirdi bu yakınlığı.
13,5bin öğeden 12,3bin ile 12,3bin arasındakiler gösteriliyor.