İslam dünyasında bir Ibn Sina ve İbn Rüşd korkusu var. Çünkü dinin dışında kurulacak herhangi bir ilgi, bir mümini dinden uzaklaştırabilir. Oysa dinsel inanç, bu dünyada olmasa bile, öte dünyada insanın, insan ruhunun kurtuluşu içindir.
Sadece ruhun ölümlü ya da ölümsüz oluşu üzerine yapılacak bir tartışma, dinsel inancı zayıflatmaya yeter.
Eğer ruh, bedenle birlikte varsa ve bedenle birlikte ölecekse, o zaman ölüm sonrası bir yeniden dirilmeye, ikinci bir -sonsuz- yaşama inanmanın ne anlamı kalır?
Sayfa 14 - Cem Yayınları, Çv. Hüsen Portakal.Kitabı okudu
İslam dünyası, İran ve Bizans sınırlarına gelince, ister istemez o dünyaların düşünceleriyle de karşılaştı. Arada bir çatışmanın ya da bir alışverişin olması kaçınılmazdı. Zaten ortada çok sayıda filozof yoktur, ama bizce müslümanların Platon ya da Aristoteles ile ilgilenmesinin en önemli nedeni, bu gibi filozofların da kendi düşüncelerini önemli ölçüde dogmalar üzerine kurmuş olmalarıdır. Örneğin Aristoteles'teki Yer ve Gök kavramı, İslam dogmalarıyla bağdaşabilir ölçüdedir.
Bu anlamda hıristiyanlık, Antik düşünceye daha yakındır. Çünkü bu din Latin dünyasında ortaya çıkmıştır.
Olaya bu açıdan baktığımızda, müslümanlık felsefeye daha uzak, yalnız inançlarla sınırlanan ve dogmalarla yüklü bir dindir.
Bizce İbn Rüşd'ün İslam dünyasında yadsınmasının ve kovulmasının, Batı dünyasında benimsenmesinin en önemli nedeni, hıristiyanlığın kültüre daha çok açık olmasından kaynaklanır.
İbn Rüşd her ne kadar kendi görüşleri için Kur'an'dan ayetler alsa da, gerçekte bu bir uzlaştırmadan din ile felsefeyi uzlaştırma çabasından öteye gitmez.
İslam dünyasında iki kişiyi -İbn Rüşd ile Al Gazali'yi- birer ayrı kutup gibi alacak olursak, birincinin neden her zaman geri plana itildiğini, ikincinin ise neden öne çıkarıldığını anlamak bizim için önemlidir.
Sayfa 10 - Cem Yayınları, Çv. Hüsen Portakal.Kitabı okudu