Eğer acıyı engelleyemiyorsak, acının aslında anlamlı olduğuna ikna olmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız, çünkü anlamsız acıdan daha kötü bir şey yoktur.
Eğer bu cümlenin gerektirdikleri kendini bilebilecek şekilde genişleseydi, şu ana kadar olduğundan ya da Spinoza'nın kendisinin donattığından daha doğru bir bilme ve eyleme örneğine sahip olurduk.
Hislere ve duygulara karşı tüm yaklaşım conatus kavramının içinde üç ikincil kavram olan neşe, keder (aynı zamanda haz ve acı) ve arzu üzerine
“ Bir zihin hem açık ve seçik hem de bulanık fikirlere sahip olduğu sürece kendi varlığını belirsiz bir süre devam ettirmeye çabalar ve kendi çabasının da bilincinde olur.”
(…)
Not: Bu çaba salt zihne atfedildiğinde irade adını alır; ama aynı anda hem zihne hem de bedene atfedildiğinde iştah olarak adlandırılır. Demek ki iştah insanın özünden başka bir şey değildir ve insanın kendi varlığını korumaya yönelik bütün eylemleri zorunlu olarak kendi doğasından kaynaklanır; o halde insan bu tür bütün eylemleri yapmaya mecbur kılınmıştır. [ Sarf edilen bu çaba insanın iştahı (appetitus), yani varolma isteğidir (Joachim 1901: 193). O halde insanın iştahı yalın anlamda onun özüdür ve kendi kendisini var etmeye yönelik bütün eylemleri bu özden kaynaklanır. ] Ayrıca iştah ve arzu arasında hiçbir fark yoktur, ama çoğumuz kendi iştahının bilincinde olan insana arzulu deriz. Demek ki arzu, bilincine varılan iştahtır.[ Başka deyişle arzu hem iştahtır hem de bu iştaha ait fikir. ] Bütün bunlardan da açıkça anlaşıldığına göre, biz bir şey için çabalıyorsak, onu istiyorsak, ona iştah kabartıyorsak, yani onu arzuluyorsak, bunu o şeyin iyi olduğuna hükmettiğimiz için yapmıyoruz; tersine bir şeye çaba harcadığımız, onu istediğimiz, ona iştah kabarttığımız, yani onu arzuladığımız için o şeyin iyi olduğuna hükmediyoruz.
Öncelikle kitabın isminden başlamak gerek. ‘Parayı tahrif et’ (paracharattein to nomisma) deyişi, babası hazinede çalışan Diyojen’in Delphi tapınağındaki tanrılardan ona yönlendirilmiş bir emre işaret eder. Babası ile paranın değerini düşüren (antik zamanlarda para birimi olarak altın kullanılıyordu, paranın değerini düşürmek bu bakımdan altının
Samuel Alexander’ın neredeyse satırların tamamında üzerine konuştuğu yazar Henry David Thoreau’nun “Yürümek” adlı kitabını okumuştum.Bu kitapla minimalist yaşamın güzel ve huzurlu yanlarına tanık olmuştum.Hiçbir masraf gerektirmeyen yürüme eylemi insanı aynı zamanda doğa ve kendi ile başbaşa bırakıyor.Doğa ile başbaşa olan onun teslimiyeti ve iç huzurunu alıyor.Nasıl ki hiçbir meyve olgunlaşmadan ağaçtan kolayca koparılmazsa ve her meyve olgunlaştığında kendiliğinden toprağa düşerse insan da bu hisle yaşamı kucaklıyor.
Natüralist,filozof ve şair yazar David Thoreau yaşamına ve modern yaşamın bize dikte ettiği çoğu tahakkümü red eden bakış açısına değiniyor ve bunun üzerinden çağımızın en büyük sorunsalı olan varken yok hissetmek duygusunun üzerine eleştiriler sunuyor okura ve yeteri kadar ile yetinebilme duygusunun aslında bizi daha huzurlu hissettireceğini söylüyor.Bize varlık içerisindeyken bile daha iyisinin yokluğuna şikayet ettiren modern yaşamın sıkıştırdığı dar çemberden çıkış yolunu gösteriyor yazar.
İnsanoğluna sürekli , atalarının peşinden gitmesi söylenmiştir. Bu insanoğlunun sürekliliğine vurulmuş bir perçindir. Çünkü insanoğlu kapasitesini aşabilen varlıktır. Ataları ise ilkeldir. Teori, pratiğe dönüşmezse boş ve anlamsızdır. Biz atalarımızı takip etmemeliyiz.
Atalarımızı aşmalı, onları geçmeliyiz.
Derilerini değiştirmeyen yılan