Genç ve filozof artık bir dizi tartışma konusunu geride bırak mışlardı: Aşağılık duygusu, aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi. Bunlar psikolojide anahtar sözcükler olmasına rağ men, içerdikleri gerçekler gencin hayal ettiği anlamlardan çok farklıydı. Yine de bir terslik olduğunu hissediyordu. Bu konuyu kabullenmekte neden zorlanıyorum? Beni şüphe içinde bırakan şey giriş kısmı, önerme bölümü olmalı. Genç adam, sakin tavrını koruyarak söz aldı.
Genç adam sözüne sadık kaldı: Tam bir hafta sonra, fılozofun çalışma odasına tekrar geldi. İşin aslı, ilk ziyaretinden sadece iki, üç gün sonra oraya bir an önce dönmemek için kendini zor tutmuştu. Konuşulanları büyük bir dikkatle düşündüğünde şüpheleri kesinleşmişti. Kısacası, erekbilim, yani belirli bir olgunun nedeninden çok amacına atıfta bulunulması bir safsa taydı ve travmanın var olduğuna hiç şüphe yoktu. İnsanlar geçmişi öylesine unutamazlar ve ondan kurtulamazlar. Genç adam, o gün eksantrik fılozofun teorilerini tamamıyla çürütecek ve bu meseleyi kesin olarak kapatacaktı.
" GENÇ: Rekabeti bıraktınız mı yani? Yenilgiyi bir şekilde kabullendiniz mi?
FİLOZOF: Hayır. Kazanmakla ve kaybetmekle meşgul yerlerden uzaklaştım. Rekabet insanın kendisi olmasının önünü tıkar. "
Genç adam çalışma odasına girdi ve bir sandalyeye çöktü. Filozofun teorilerini reddetmeye neden o kadar kararlıydı? Bunun nedenleri gayet açıktı. Yeterli özgüvene sahip değildi ve çocukluğundan beri, bu durum hem kişisel ve akademik geçmişiyle, hem de fiziksel görünümüyle ilgili derin bir aşağılık kompleksiyle birleşmişti. Belki de bu yüzden, insanlar ona baktığında fazla sıkılıyordu. Çoğu zaman, diğer kişilerin mutluluğunu gönülden takdir etmeyi beceremiyor, sürekli olarak kendisine acıyordu. Ona göre, filozofun iddiaları birer fanteziden ibaretti.
Sevgi sayesinde iki insan mutlu bir hayata erişir. Peki o halde sevgi neden mutlulukla bağlantılıdır? Kısaca ifade edecek olursak şu yüzden: SEVGI
“BEN ”DEN ÖZGÜRLEŞMEKTIR.
Kapıdan çıkıp gerçek dünyaya açıldığınızda, Adler’in fikirleri biraz saf kalıyor. Bu fikirlere dayalı argümanların uygulanabilirliği yok. Bunlar hep boş idealizm. Siz bu odada kendi amaçlarınıza uyan bir dünya kurgulamışsınız, böylece hayallere dalıp gidiyorsunuz. Gerçek dünyadan da, o dünyada yaşayan yığınla insandan da zerre anladığınız yok!!
Ben (Sokrates) biliyorum ki, benim bilgim tamamlanmış değil. Kendi bilgisizliğimi biliyorum. Öte yandan Sofistler yani şu bilge olduğunu söyleyenler her şeyi bilmek kendi bilgisizliklerine dair bir şey bilmezler. Bu bakımdan, kendi bilgisizliğime dair bilgim itibariyle ben onlardan daha bilge biriyim…
Hayatta bazı karşılaşmalar vardır ki; bir gün tesadüfen elinize aldığınız bir kitap bakarsınız ertesi gün sabah önünüzdeki bütün manzarayı değiştir.Tıpkı bazı İnsanların tesadüfen hayatımıza girmesi gibi...
İşte sizin de hayatınıza yön verecek kitaplardan bir tanesi bu kitap diyebilirim.
Kitabımızda hayatla, mutlulukla, kişiler arası ilişkilerle, kendimizle, görev ve sorumluluklarımızla, dinlemek, duymak ve görebilmekle, içtenlikle şu anda yaşayabileceğimiz an,'la ilgili soruları olan bir gencin yolu bir filozofa düşer.
Genç ve filozofun bu sorular ile ilgili adler'in düşünce sistemine göre karşılıklı diyaloglarını okuyoruz. İkili arasındaki geçen konuşmalarda kendi içimize dönüp cevap isteyeceğimiz sorular ve cevaplar ile bize kendimizi tanımak için çıkılan içsel yolculukta sonsuz bir okyanusa doğru yol alırken duygularımızdan korkmadan, geçmişin zincirlerini kırarak özgürleşmenin mutluluğunu keşfedip kendimiz olmanın önündeki en büyük engeli yani kendimize karşı Galip gelerek gerekli strateji ve felsefeyi bize öğreten bir kitap.
Keyifli okumalar.
-----------yüksek oranda Spoiller içerir--------- Daha önce "kendinle savaşma sanatı" adlı kitabı okumuş çok beğenmiştim.Alfred adler felsefesini anlatan kitabın devamı olan bu kitap da çok güzel, ilk kitap da geçen genç adam ve filozof adam tartışma şekli bu kitapta da aynen devam ediyor.kısaca ilk kitap da filozof adler felsefesini
Kitabın şaşırtıcı bir etkisi var. Kişisel gelişim tarzında pek düşünmemek lazım. Adler psikolojisine pek aşina değiliz, onun dışında Freud u ve travma psikolojisine hepimiz aşinayız. Bunun sebebi de yaşadığımız ve başımıza gelen olayların sorumluluğunu travmalarımıza bağlamanın getirdiği kolaylık. Kişi kendi hayatının iplerini eline almak yerine geçmişi, bilinçaltına işlemiş travmalarını suçlama eğiliminde oluyor. Kitap- Adler bu travmaları reddediyor ve mutluluğun,özgürlüğün elimizde olduğunu savunuyor. Bir çok açıdan çok kıymet verdiğim beni de alt üst eden görüşler var. Biz müslümanlar için kader önemli bir yerde duruyor. Bu psikoloji de secemedigimiz(anne- baba- doğduğun ülke -ortam ) şeylere ve değiştiremeyeceğimiz durumlara odaklanmamizi söylüyor. Değişebilecek tek şey biziz ve bizim değişimimiz dünyayı değiştirecektir. Yani kaderim buymuş, bunu ben seçmedim gibi yaklaşımlar bizi atalete ve mutsuzluğa itecektir. Elimizde olan her şeyi ileriye götürmek, ana odaklanıp spot ışığını bugüne vermek, geçmişi ve geleceği düşünmeden dans ederek yaşamak ana felsefe. Dans bir yere varmayı amaçlamadığı sadece yaşamayı hedeflediği için güzel bir metafor. Tavsiye ederim.