İçinde yaşadığı dünyayı iyiden iyiye tanıyordu artık. Soğuk, acımasız, maddeci bir yaklaşımla bakıyordu bu dünyaya. Onun gördüğü kadarıyla dünya, yumuşak yüreklerden, sıcaklıktan, sevgiden ve sevecenlikten yoksun, yırtıcı ve gaddar bir dünyaydı.
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?
Genel kanıya göre, ezilen erkek yoktu yeryüzünde. Yıkılması güç belli kalıplar vardı. Erkekler ağlamaz, ağlatır; erkekler üşümez, üşüyen kadına ceketini verir; erkekler acı çekmez, acı çektirirdi. Etten kemikten yapılmışlardı onlar da ama duygu yoksunu yaratıklardı her biri.