Hız ve görsel üzerine kurulu bir çağdayız.
Herkes birini bekliyor ama birbirini bekleyen kimse yok artık. Kimse aşk acısı da çekmiyor. Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya mevzusuna geliyor konu. Derinlik kalmadı yüzeyde boğuluyoruz gibi geliyor bana çünkü çok seçenek var algısına sahibiz. Halbuki hepimiz bence benzer insanlarla aynı döngüde aynı paradoks yaşıyoruz. Kayboluyoruz gibime geliyor. Bilmiyorum mesela artık biri yakışıklı ya da güzel değilse onu tanımaya değer bile görmüyoruz. Ya evet, hepimizin sonsuz sayıda gidebileceği bir yeri var ama nerede kalacağız?
Nerede kalacağız asıl problem? Esas problem bu değil mi? Bence hepimiz sanki bir şey arıyoruz ama belkide bizi zaten çoktan bulmuş olan bir şeyi arıyoruz. Kuyucaklı Yusufta şey yazıyordu: iki insanın karşılaşması kadere bağlıdır ama yan yana kalmalarını onların gayreti sağlar. Şuan filtrelerin personaların çarpıştığı bir dönemden geçiyoruz. Kimse doğallığı ile sadeliği ile parlamıyor artık.
Tutkunun ve peşin hükümlerin sularına sükûnet yağından dökün ki ne kadar tehditkâr olurlarsa olsunlar, mutsuzluk rüzgarları hayat okyanusunda yol alan ruhunuzun küçük gemisini parçalamasın.
Kendinle sosyalleş yoksa unutursun nasıl biri olduğunu. Hayatın, sana başkaları tarafından yansıtılmayan bi aslı var. Onu dinle deniz kabuğu dinler gibi.
İnsan zihninin, ölümlü bir dünyada huzura, anlama ve mutluluğa ulaşması için güçlü ve etkili bir duygusal evrime ihtiyacı vardı ki sevmeyi öğrenmeleri, hayatı değerli ve anlamlı kıldı.
Yargı bir sevme kusurudur. Sevmeyi zorlaştırır, yanlış yönlendirir, manipüle eder, sarsar, geciktirir, hata yaptırır ve bütün bunların sonunda da tabiki "mutsuz" kılar.