Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Muhammed Çakmak

Muhammed Çakmak
@mhmmdcakmak
Sıkı Okur
Arşiv
Sabitlenmiş gönderi
Okumanızı tavsiye ederim
Atmosfer basıncından yoksun kalsa, bedenimiz kim bilir nasıl patlardı - demek ki, insanların çabalarının elinden zor zamanların, yokluğun, iğretinin ve mağrurluğun yarattığı baskı alınsa, patlayacak derecede olmasa dahi, dizginsiz deliliğe ve çılgınlığa sürükleyecek derecede, taşkınlıkları artardı. Anlaşılıyor ki, her insanın, her zaman bir miktar sıkıntı, acı veya derde ihtiyacı vardır. Tıpkı geminin düzgün ilerleyebilmek için bir miktar ağırlığa ihtiyaç duyduğu gibi. İş, zorluk, dert ve yokluk insanların hemen hemen tümünün yaşamı boyunca kaderidir. Buna karşın, tüm isteklerimiz, arzu eder etmez gerçekleşseydi, insan hayatını nelerle dolduracak, nelerle meşgul olabilecekti. İnsanlığı her şeyin kendiliğinden yetişip büyüdüğü, güvercinlerin kızartılmış olarak etrafta uçuştuğu ve herkesin sevdiği kişiye hemen kavuştuğu bir yerde tasavvur edin: Böyle bir yerde insanların bir bölümü can sıkıntısından ya ölür ya da intihar eder, geri kalanlar da birbirleriyle savaşır, birbirlerinin gırtlaklarına sarılır ve cinayet işlerlerdi. Bu ise, normal hayatta var olandan daha çok acı doğururdu. Demek ki, insanoğluna en çok yakışan yer ve varlık biçimi, yine yaşadığı yer ve sahip olduğu varlık biçimidir.
Reklam
Herhangi bir şeyi seçebiliriz- hayatımızı tam olarak dönüştürebiliriz. Her an mutlak özgürlük ile karşı karşıyayız. Karşı karşıya kaldığımız gerçek durum budur. Bunun bir sonucu olarak, durumumuzun bütünüyle farkında olduğumuz zaman, ''dehşet"e düşeriz.
"Hayat geriye doğru anlanır, ama ileri doğru yaşanır."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kierkegaard, bireyin görmek istediği dünyayı gördüğünü ve bunun, daha önce seçtiği, beraber yaşadığı, kendisini olduğu şey yapan değerler nedeniyle olduğunu fark etmişti. Böylece Kierkegaard, bireyi olduğu şeyler yapan değerlerin, ayrıca dünyasını da yaşadığı dünya yaptığını öne sürer.
Güzel Tespit
Her birey bir noktaya kadar kendi dünyasının yaratıcısıdır. Ve dünyasını sahip olduğu değerler nedeniyle yaratır.
Reklam
Kierkegaard için varoluş, her şey açıklanıp kaldırıldıktan sonra geriye kalan tek şey idi. Sadece " oradaydı". (Kierkegaard varoluşu biranızı bitirdikten sonra bardağın dibinde olduğunu fark ettiğiniz bir kurbağaya benzetti.)
Kierkegaard
"Bir şairin hayatı varoluşun tümüyle çatışmayla başlar."
Kierkegaard, bu dini durumu, İncil'den İbrahim ile İshak'ın hikayesini örnek vererek anlatır. inancını denemek için Tanrı, İbrahim'e oğlu İshak'ı kurban etmesini söyler. Bu tür bir hareket etik yönünden sadece yanlış olarak görülebilir ama gerçek iman ( dini seviye için ihtiyaç), bütün sıradan etik istekleri aşan kutsal bir amaç içerir. İbrahim böyle bir şeyi yaparken duyacağı vicdan azabını umursamadan, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirmeye kalkışır. Bunu yaparken, etik olanın çıktığı kutsallığa inancı olduğu için etikten daha yüksek olan, dini seviyede bir hayat sürüyordur.
İnanç
Bunu en uç öznel davranış olarak nitelendiriyor. İrrasyoneldir, bu da bütün olası gerekçelerin ötesine bir "atlayıştır". Etik veya iyi davranışla hiçbir ilgisi yoktur. Yeniden yaratma ve sorumlu seçim kavramlarıyla etik hayat iman atlayışına tam olarak uyum sağlama şansından yoksundur. Bu tür "daha yüksek irrasyonellik", rasyonel davranışa ihtiyaç duyan etik olanın ötesinde yer alır. İnanç bireyi, etik olan her şeyin özü olan, daha yüksek bir şeyle ilişkilendirir. Kierkegaard'a göre, etik hayat dinle temelde toplumsal anlamda ilgilenir, ama dini bir duruma ulaşmak, "etiğin teolojik olarak askıya alınmasını" gerektirir.
Asla tam olarak etik bir hayat yaşayamayız, hayatımızda her zaman "dış" ve tesadüfi bir öğe olacaktır. Etik olanı seçtiğimizde bile, estetikten bir öğe kalacaktır.
Reklam
Etik hayatı yaşayan birey kendisini seçimiyle yaratır ve yeniden yaratış varoluşunun amacı haline gelir. Estetik birey kendisini olduğu gibi kabul ederken, etik birey kendisini bilmeye ve kendi seçimiyle yaratmaya çalışır. Bunda, kendi öz bilgisi ve bulduğunu kabul etmeyip, onu geliştirmeye çalışma isteği rehberi olacaktır.
"Mahvolmaya mahkum" olduğumuzu kabul ederek, kendi bireysel kaderimizin sorumluluğunu reddediyoruz. Hayatımızdan mesul değiliz; kaderin elinde birer piyonuz. Olduğumuz şey, yaşadığımız şey bizim başarımız ya da hatamız değil.
Estetik
Kendi zevkimiz için çalışırken, eğer uzun vadeli düşünüyorsak, neredeyse sürekli olarak başkalarının zevkleri için de çalışırız. Hatta, kendisini çok acı veren bir hastalığın tedavisini bulmaya adayan ve süreç içerisinde kişisel, ailevi ve toplumsal zevklerinden vazgeçen bir bilim adamı da, eğer bunu bilimsel araştırmadan hoşlandığı için yapıyorsa, estetik hayat sürüyordur. Liberal toplum içinde herhangi birinin estetik hayat yaşamadığını anlamak zordur. Modern psikoloji de bu işi çözemez. Kendi garip ve mükemmel yöntemlerimizle hepimiz zevk arıyoruz gibi görünüyoruz.
Düşüncesine sinen diyalektik yaklaşımın bir parçası olarak, Kierkegaard fikirlerini birkaç değişik bakış açısından öne sürmek istiyordu. Hiçbir bakış açısı kesin ya da "etken olarak ele alınmayacaktı (hatta yazarınki bile). Okuyucu sık sık birbiriyle çelişen fikirler hakkında kendi kararını vermesi için serbest bırakılıyordu. Didaktisizm görünüşünü aşmak için Platon, fikirlerini diyaloglar içine yerleştirirdi. Ama Kierkegaard bir yalnızdı ve "Çin kutusu" formunu seçmesi daha uygun görünüyordu. Onun durumunda, tartışmalar bir beyin içinde yer alıyordu. Felsefesinin bastığı yer özneydi.
Schelling esas noktayı gözden kaçırmıştı: Hegel'in felsefi sisteminin (esasında bütün felsefi sistemlerin) geçmişe ait olduğunu anlamamıştı. Her sistemin olması gerektiği gibi, rasyonel prensipler üstüne kurulu bir sistem dünyanın sadece rasyonel yönlerini tanımlayabilirdi. Kierkegaard, öznelliğin rasyonel olmadığını anlamış - ve tam olarak tecrübe etmişti.
32,7bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.