Semerkant, şüphesiz ki hem yazarı için hem dünya edebiyatı için baştacı konumunda okunabilecek bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Eserin katmanlı olay örgüsü, aslında birbirinden pek de farkı olmayan siyasi ve toplumsal olayların aynı sonlarda buluşmasını gözler önüne seriyor. Eserin, Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah'ın uçlarıyla birbirine bağlanan mistik dünyası ilk katman olarak okuyucuyla buluşuyor. Sanki Semerkant'ın, İran'ın o yasemin kokulu çöl akşamlarında lâl rengi şaraplar yudumlanan gecelerine sürüklüyor okuyucuyu. Eski eserlere, kitaplara olan hayranlığım ve merakım kişisel anlamda eserle bir bağ kurmamı sağladı diyebilirim. Çünkü eser boyunca Rubaiyatın elyazması nüshası, Kaf Dağı'nın doruklarındaki Zümrüd-ü Anka misali oradan oraya savruluyor ve okuyucuyu da peşinden sürüklüyor. Şimdiye kadar okumamış olmanın ve daha sakin bir zaman dilimi ayıramamış olmanın üzüntüsünü duysam da bittiğinde içimi buruklukla doldurulan bir eser oldu. Benim için sırada Alamut var, henüz okumamış olanlara ısrarla tavsiye ederim.