Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran ufak bir kız çocuğu vardı. Göğsümde bir labirent kurmuş, çıkışa varan tüm yolların sonunu onun mağarasının girişine yerleştirmiştim. Islanmaya başlamış bir kelebeğin kanadını nefesinle kurutamazsın, parçalarsın. Ona bunu anlatamadım. Bana bunu anlatamadı. Üstüme yağmaya, beni ıslatıp nefesiyle parçalamaya yemin etmişti. Üstüme yağmasına, beni ıslatıp nefesiyle parçalamasına izin vermiştim. Sanki bir mezarım vardı, yerini ondan başka kimse bilmiyordu. Bir adam dizlerimin önüne oturdu, yara izlerimi öptü. Bana tıpkı bir mağarayı anımsatan siyah gözlerle baktı. Biliyordum. Kehf benim kanatlarımı ıslatan yağmurdu. Kanatlarımdan ruhuma akıyordu. “Küçücüğüm.”
Kehf
ilk defa kendimi bu kadar zorlayarak okuduğum bir kitap oldu,sonlara doğru o kadar saçma şeyler oldu ki katlanamadım. Billur ile asi kendi paralarını kazanacak çalışıp beraber yaşayacaklar kendi ayakları üzerinde duracaklar diye düşünürken bir de ne görüyoruz KARAN. Hayır yani gelip onları o otelden alıp bedirhanın yanına götürmesi emirler verip ikisini de zorlaması berbattı ki zaten en başından beri karanın takındığı tavırları hiçbir zaman beğenmemiştim ,merveninde kendi cinsine yaptığı gerçekten aşşağılayıcı hakaretler beni hayal kırıklığına uğratmıştı.
"Dokunsam ,tüm kelimeleri ateşe verebilecek kadar yanıyorken,damarımdaki kanın akmasına engel olacak bir soğuğun pençeleri arasında donuyordum.Ben soğuk bir mezar taşıydım ,üzerime işlenen kelimelerin hiçbiri adımı oluşturan harflerden oluşmuyordu;ben üzerine cennet yıkılmış bir cehennemdim,kimsenin içine düşmek istemeyeceği kor bir kuyu,içi yanan çukur... "