Alışmak ve unutmak, insanoğlu denilen varlığa yaratıcısı tarafından içine atıldığı dünyada bahşedilmiş en büyük iki nimetti. Ve Yaradan, nefesini kesmediği bir kulun nimetini de kesmezdi.
Arada sallanacağız, arada düşeceğiz ve bu olduğunda şükredeceğiz.Yaşam bizi bir hikayemizle daha yüzleştirdiği için, o her ne ise onunla göz göze gelip, temizleyip biraz daha gerçekte yaşayabilme fırsatını yakaladığımız için şükredeceğiz.
Çünkü biz, zihinleriyle misket oynayanlar, beyinlerini uçurtma niyetine uçuranlar, toprağın yiyemediği plastikler gibiyiz. Herkes ölür, biz kalırız. Ne ölü, ne diri. Mutluluğu tanıyamayız. Görsek bile tanımayız ... Doğuştan efkarlı adamlar!
Madem doğdun, yaşayacaksın! Ne kadar acı çeksen de, ne kadar kendinden nefret etsen de, nefes almaya, uyanmaya devam edeceksin. Çünkü insansın. Doğal değilsin. Doğanın üstündesin! Dünyanın Tanrısı sensin! ..
Herkesin kendine göre bir hücresi var. Bazılarınınki daha genişse, neyi değiştirir? Mahkum olduktan sonra hayata, fark eder mi üçe üç bir oda ya da binlerce kilometrekarelik bir ülke?
Hayat bu işte! Sırf kendi evinde ölebilmek için, emekli olana kadar yıllarca çalışanların hissettiklerini anlıyordum. Sahibi olduğu bir evde ölmek tek amacıydı, para için çalışan insanın.