Kişi, kendi içinden kopardıklarına bir iki tutunak bulabilmeli. Bütün sorun bunda. Gerçek belki bunun tam tersi. Kim söylemiş gerçeğin her yerde, her gün, her soluğu devindiren bir berkite olduğunu? Benim sevgilim, o görmediğim, o daha eline bile gözümü süremediğim, o beni sabahlara dek sessizliğiyle, vermediği cevaplarla avutan -o gerçekte paslı bir kurt olabilir toprağın derisi üstünde dolaşan. Size ne bundan? Bir yerinde bana ne? Ben öyle çizmedikçe, onu. Oldubittiye benzer bir kadınla evlenmem daha mı iyi olur sanki?
Gene de bir köşede bir bucakta, sesini kullanmak, takma dişli bir Tanrı'ya en uydurma dilini kaptırmamak diye bir yol var. Dilim uydurmaymış. Ne çıkar. Onu ben uydurdumsa? Bunu yapmak da, temel atmak, bir duvara pencereler taşımak kadar emek isteyen bir şey değil mi?
Sadece onun gözleriyle bakıyordum.Anladımki așk gözlerini kaybetmekti zaten. Sesini kaybetmekti, tümden kaybolmaktı. Başkasının gözünden bakıp, ağzıyla konuşmaktı. Aşk yakalandığım en kişiliksiz hastalıktı.
Ruhunun hafiflemesine hiç izin vermiyorsun
Herkesle dövüşüyor, her şeyle savaşıyorsun. Ama bak, öfke en çok taşıyana yük, o yükün altında nasıl da eziliyorsun.
..sesine konmus güvercinleri bir bir uçurdu ve "Ne zaman çağırsan gelirim. Çağırmasan bile gelirim"diye ekledi, en inatçı, en șefkatli, en kavgacı, en sevgi dolu sesiyle
Her ev, her kapalı kapı, kendi talihsiz sırrını
işliyordu acının delik desik gergefine. Yanginda ilk kurtarılacakların, ilk onların katli vacip kılınıyordu kıyım meclislerinde. Önce kadınlar ve çocuklar nakşediliyordu mezar taşlarının beyaz mermerlerine. Kurbanların tarihi, sessizlik yeminleriyle defalarca yeniden yazılıyordu. Heyhat,ümit öyle elzem, yaşamak lezzeti öylesine keskindi ki, her bozgundan sonra henüz yazılmamış bir hikaye için acele kan aranıyordu..