Karmaşık ihtiraslarım yoktu. Sdece mutlu olmak istemiştim.
İnsan hep bir gün çok mutlu olacağına inanır. Şimdi değildir, henüz değildir ama bir gün mutlaka muhakkak, hak edilen o mutluluk gelip kendisini bulacaktır. Gelecek diye muğlak bir takvim yaprağına mühürlenmiş o günü, ufak tefek engellerin ayak altından çekileceği münasip bir zamana erteler durur insan.
Okulu bitirince, işe girince, evlenince, çocuklar büyüyünce... Sonra genellikle o gün gelmeden de ölür hesabı yanlış yaptığını ölmeden kısa zaman önce anlar aslında ömrünün adına yaşlılık denen o buruk zamanında hem bekleyerek geçen yıllarına hem de artık gelemeyecek olanlara ağladığı, hani etrafındaki gençlerin gözünün neden hep yarı yaşlı durduğunu anlamayıp bir tür göz hastalığı sandığı zamanlarında çok geç kaldığında, Ben de bekarken evlenince hele ki Kamuran'la evlenince çok mutlu olacağıma inanmıştım öyle olmadı.
Sence hafıza nedir?
En ihtişamlı cevabı o vermiş, “Hafıza şeytanın ta kendisidir” Hatırlayarak ölüyü diriltebileceği gibi unutarak diriyi öldürebilir insan. Ağılı bir Kudret bu korkunç bir beceri.
Saçları ölü birer kıl yumağına dönüşmüş ruhu mekruh binaların karanlığına... Ruhu içeride, dillere destan güzelliği dışarıda erimiş. İçeride açılan gedikleri çok ağlamış ama güzelliğin onu terk etmesine zerre alınmamış. Güzellik nam o lanetin çocukluğundan beri başa bela olmaktan başka işe yaramadığına inandığından ondan kurtulmayı kara haber değil göz rüşvet saymış hayattaki tüm yetersizliklerinin acısını kendisinden çıkaran kocası en nihayet böbrek yetmezliğinden öbür tarafa intikal ettiğinde hani annem otuz yaşındaymış merhumun arkasından hiç ağlamamış iki göz odada iki çocuğuyla tek başına kalmış ama babasının evine dönmeyi aklından bile geçirmemiş.
İstanbul'a taşınmak mecburiyetinde kaldığı işlerini bir türlü halı yola sokamayıp attan inip eşeğe binenler kervanına katıldığı için hep karısını suçlamış bas bas bağırır mahalleye ayağa kaldırırmış.