Bizler, karın doyurmaktan, didişmekten, sürü içinde güç kanıtlamaktan çok daha önemli değerlerin var olduğu bilincine ermek için kaç yaşamdan gectik acaba?.. Ve sonra yetkinlik denen olgunun varlığını sezmek için de bir, belki yüz dünyadan geçtik. Bir o kadar dünya daha, yaşamın asıl amacının bu yetkinlik olduğunu öğretti bize. Bu dünyada ögrendiklerimizin yardımıyla gelecekteki dünyamızı kurabiliriz. Bir şeyler öğrenmezsek, gelecekteki dünyamız da şimdikinin bir eşi olur. Hep durağan, sınırlı tekdüze bir yaşam; kurşun ağırlığındaki o anlamsız sorumluluklar... hep aynı.
İster aktör ol, ister ev kadını, fark etmez... Doruk noktalarının arasında hiçbir şey yapmadığın boşluklar olmalı. Yatağa uzanıp tavanı seyret. Bu çok, çok önemlidir... Hiçbir şey yapmamak..
İnsanlar çok güzel konuşur. İnsanları dinlerken, onların ne kadar harika insanlar olduğunu düşünürüm ve sonra aklıma şu soru gelir: " Peki bunca kötülüğü hangi insanlar yapti?"
Büyük bir okuyucu olan Molla Bey için kitap ta kadın gibi bir şeydi; yani okunduktan sonra başından atılırdı. Yalnız, biri gibi rahatsız edici olmadığı için, kitap unutulmaya razıdır, fakat kadın razı olmaz..
Kirazlar oldu.
Rengi kızıldan, ala doğru dönmeye başladı.
Ve sonra, bekledi çiftçi.. alıcısını tabiki.
Ama gelen giden yoktu.
"Aman malına guvenme, sen pazarına güven denilir!"
Üreten, topladığı ürünü satmak için bir alıcı ve pazar ister..
Ve tabiki işçi.
Şu an kiraz var, ama ne alıcı var, ne pazar!
İşçi de dışarıdan gelir her sene,