Ecevit altını tutamayacağı evreye kadar Başbakan olarak kalmıştı. Bir Bakanlar Kurulu toplantısında Ecevit ayağa kalkıp bir saksıya işemeye kalkışmış, hemen müdahale edip tuvalete götürmüşler. Bu örneklerden ne anlamalıyız? Devletin başındakiler altını tutamayacak haldeyken bile yerlerinde durabiliyorlarsa, demek ki çevrelerinde altını tutanlardan oluşan sadık bir ekip vardır, yani bürokrasi. Seçilmişler değil, atanmışlar. Onlar bir şekilde hep oradadırlar. Devletin bekası deyince sanırım biraz da böyle düşünmek gerekir.
Ulusçuluk milliyetçiliğin seküler olan batılı biçimidir. İçinde din yok. Oysa milliyetçilik deyince terimin içinde din vardır, İslam vardır. Yani bir nevi "nation" karşılığı olan "Kavim" gibi. Kavim de zamanla laikleştirilerek "ulus" kavramına dönüştü. Laik Kavmiyetçilik, ulusçuluk olarak günümüz Türkçesinde yerini aldı.
Millet sözcüğü din, milli sözcüğü dinsel anlamına gelir, çünkü millet “dini inançlar etrafında toplanmış topluluk” demektir. Osmanlı döneminde bu konu çok tartışıldı. ‘Nation’u nasıl çevireceğiz? ‘Türk milleti’ yerine ‘Türk kavmi’ diyenler de olmuş, Milliyetçilik yerine ‘kavmiyetçilik’ sözcüğü de kullanılmıştı. Sonuç itibariyle biz kendi kültür dünyamız içerisinden nation’a bir karşılık ararken ‘millet’ sözcüğünü bulduk, ister istemez yine dinle irtibatlı bir sözcük kullandık.
Jön Türklerle ilgili bir hikâye vardır: Paris’te bir toplantıdaki tüm katılımcılar kendi milli marşlarını söylüyorlarmış. Bizimkilerin marşı yok tabii, kalkıp ezan okumuşlar.
AK Parti'ye İslamcı dememek için Muhafazakâr Demokrat denilen siyaseten absürt bir kavram yüklediler. Mesela ‘dinci’ kelimesinde bir suçlama, bir aşağılama anlamı var. Dindar kelimesinde ‘dinibütün’ manası var. Her muhafazakârın ‘dinibütün’ olması da gerekmiyor zaten. Cuma namazına da gider, akşam içkisini de içer, rakısını da içer. Zaten Türkiye’de AK Parti’den önce ‘sağcı’ olarak tanımlanan politik alan buydu. Kahve yanında likör ikramı bu topraklarda çok eski bir gelenekti. Ama Cumhuriyet devrinde kahve yerine çay trend olunca bu gelenek zamanla halk arasında unutuldu.
Türkiye siyasetinde AK Parti'ye dek; muhafazakârlık sosyolojik bir kavramken Erbakan'ın siyasal İslamcı "Milli Görüş"ünden ayırmak için o dönem Batı tarafından AK Parti'ye monte edilen Amerika ve Batı'da eğitim görmüş olan Cemaat elemanları tarafından sosyolojik bu kavram siyasalaştırılarak AK Parti'nin siyasi görüşü olarak açıklandı. Erdoğan o devirde siyasi olarak kavramlaştırılan Muhafazakârlığa ayrıca demokratikliği de eklemiştir. Demokrasiyi bir tramvay olarak gören Erdoğan, o dönem AK Part'nin siyasi görüşünü "Muhafazakâr Demokrat" olarak niteliyordu.
Muhafazakârlık söylemi AK Parti ile birlikte politik olarak ABD’den ithal edildi. Türk siyasetinde AK Parti’yi dindarlıktan ayırmak için icat edilmiş yapay bir adlandırmadır ‘muhafazakârlık’.
Osman Kavala'nın sahibi olduğu İletişim Yayınları’nın “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakarlık” başlıklı 5. cildine ve özellikle o cildin ilk yayımlanma tarihine bakınız. O dönemdeki benzerleri gibi tamamen ısmarlama bir kitaptır. AK Parti'nin Türk siyasetinde işgal edeceği ideolojik pozisyonu 2000'lerin başında özellikle “muhafazakârlık” diye adlandırdılar. Yoktu böyle bir şey. Ah şu entelijansiyamızın zavallılığı!
Oysa bir siyasal tanımlama olarak muhafazakârlık, İslamcılığın AK Partilileştirilmesi sürecinde icat edilmiş bir sözcüktü, tarihi çeyrek yüzyılı geçmez. Bizim halkımız muhafazakâr bir halktır. Bu da döner gelir çağdaşlaşma sorununa yaslanır.
Devlet, millet için vardır. Millet, devlet için yoktur. Sadi- i Şirazi’nin dediği gibi “Koyun çoban için değil, aksine çoban koyun için vardır” (Gusfend ez- bera- yı çūban nist/Belki çūban bera- yı hizmet est). Bugün geçerli olan çoban ideolojisi. Çobanın bekası için koyunlar, yani bizler ‘gözden çıkarılabilir taraf’ olarak görülüyoruz. Ne yazık ki tarihimiz boyunca sürü daima çoban içindi, çobanı da kimler tuttuysa sürünün asıl sahibi onlardı.
Buradaki temel kırılma hukuksuzluğun, çürümenin “devletin bekası” söylemiyle yargısal denetimden kaçmanın aracı hale gelmesiyle başlıyor. Millet de kendi haklarına sahip çıkmakta yeterli bilince sahip olmayınca, çobanların zulmü asumanı sarıyor.