Bu platforma, sadece kitap okumak, alıntı ve inceleme paylaşmak için üye oldum; arkadaşlık kurmak, sohbet etmek gibi dertlerim yok. Lütfen bana özelden mesaj atmayın, çünkü mesaj yerine kitap okumayı yeğliyorum, mesajları açıp okumuyorum. Gereksiz yazışmalara zamanım da yok. Boşuna yorulmayın. Keyifli okumalar.
Herkes kendine imajlardan bir imaj beğenip o olduğunu zannediyor. Ama aslında o değil.
İçinde yaşayan öteki, bazen müstebit bir diktatör gibi bütün ipleri ele alıyor ve ortaya bambaşka biri çıkıyor.
Freud "İnsanın ilk şaşkınlığı, dünyamızın evrenin merkezi olmayıp hayallere sığdırılması zor genişlikte bir kozmik sistemin küçücük bir parçasından ibaret olduğunu öğrenmesidir." diyor. Az buz bir şaşkınlık değil.
İkinci şaşkınlığı ise insan denen mükemmel varlığın aslında binlerce yıl küçümsediği, hor gördüğü hayvanlarla akraba oluşunu keşfetmesidir. Yani insanın "kıllı, kuyruklu, dört ayaklı" bir hayvandan türediği gerçeği ile baş başa kalmak.
Ama Freud'a göre insanın asıl büyük şaşkınlığı, kendi içinde bir başkasının bulunduğunu keşfetmesiymiş. Yani insan egosunun "kendi mülkünün bile efendisi olmadığını ve zihninde bilinçdışı denilen, kendine ait olmayan bir başkasının bulunduğunu" keşfetmek.
İspatlamak...
Belki bilim için çok gerekli bir şey...
Ama inançların ve duygular için ispat aramak hem yorucu hem gereksizdir.
Bazen hiçbir şeye katlanmadan inanmak, kendini emniyetli sulara götürmenin, sağlam limanlara demirlemenin en kestirme yoludur.
Sevgiyi efsane haline getirip hiçbir ispata gerek duymadan ona şartsız bir şekilde teslim olmak.
Çünkü sevgide ispat, çok yorucu bir şeydir.
Çünkü ispat, pozitif dünyaların, akılcı ve mantıkî alemlerin efendisidir.
Duyguların değil...
Her şeye ille de inandırıcı açıklamalar, kabul edilebilir izahlar getirmek zorunda mıyız?
Bazen efsaneye inanmak, onun ayaklarını ille de yere bastırmak için uğraşmak daha kolay ve güzel değil midir?
"Çünkü asıl şarkılar bekler bazı yaşları..."
Ne gündüzün tam gittiği, ne gecenin tam geldiği bir andaydık. Her şey ve herkes silikti. Sanki hiç olmayan birisi, o tuhaf soruyu aklıma sokmuştu. "Hiç doğmamış bir insanın ölümü nasıl olur?"
Her evlat bir gün mutlaka terk edilir. Ve biz öksüz çocuklar, niye terk edildiğimizi hiçbir zaman öğrenemeyiz.
Hatta bizi terk edenin aslında kim olduğunu bile bilemeyiz.
Çünkü bu sorunun cevabı yoktur.