Zaten gülümsemenin hamurunda keder yok mudur? İnsan sadece hüzne gülümser, endişesine, yalnızlığına, uzaklaşan acısına. Gülümseme süreklilik arz etmez, eğer sürseydi var olmazdı, mayasında ölümlü olmak var.
Evrenin yasalarına göre bir denge oluştuğunda karşıt bir dengeyi de beraberinde getiriyor. Ya da bir şeyler sürekli var ediliyorken başka şeyler de yok ediliyor.
Günümüzün narsisistik varoluşunda somut dünya, yalnızca bir ayna ya da insanın kendi istekleri doğrultusunda şekillendirdiği boş bir alan olarak algılanmakta.
İnsanların kendilerine saygı duyabilmesi her zamankinden de fazla başkalarına bağımlı hale gelmiş durumda ve pek çok insan artık "seyircisi" olmadan yaşayamıyor.
Benlik sınırlarını başkalarının sınırlarını zorlayana dek yayan, kendi isteklerinin doğru olduğuna inanan, kendini engelleme eşiği düşük insanlar hızla artıyor.
Her şey, herkes kozmik dansın dansçısıdır. Sizler, ben, bir bitkinin yaprağı ya da bir bilgisayarın devreleri, hepimiz. Dolayısıyla, evrendeki herhangi bir varlığı bizden bazı farklılıklar gösterdiği için küçümsemek, kendimizi küçümsemek olur.
İnsan doğduğu andan itibaren, ana-babasıyla ilişkilerinden başlayarak yargılanmaya maruz kalması sonucu yargılamayı öğreniyor. Sonunda kendisine yasaklandığı için bastırıp sesini duyamaz olduğu isteklerini kışkırtacak bir davranışı bir başkasında görmeye tahammül edemez hale geliyor. O zaman da yargılama, küçümseme, hatta müdahalede bulunma gibi tutumlar ortaya çıkıyor.
Yaşam bir ayrılıklar ve buluşmalar dizisidir. Melanie Klein'a göre bir insanın ayrılığı nasıl yaşadığı vaktiyle annesiyle yaşadığı beraberliğin nitelikleri tarafından önemli oranda belirlenir.
İnsanlara kendi acısından daha değerli gelen bir şey yoktur- Onu kaybetmekten korkarlar- Onu başlarına inen kırbaç darbeleri gibi hissederken bir yandan da onunla dost olurlar; çünkü acının açtığı yaralar onlara güvence sağlar.