Haritalarca
Tesadüfen yaşıyor, tesadüfen ölüyoruz
Dünyanın orta yerinde
Ortadoğu’da
Bizi geçtim Allah’ım
Çocukları öldürüyorlar her gün
Artık bir şey demeyecek misin?
Gamze Güller, öykülerini okumayı en çok sevdiğim yazarlardan biri. 2013 yılında Orhan Kemal öykü ödülüne layık görülen yazarın son öykü kitabı Zürafanın Bildiği, Everest yayınları tarafından yayımlanarak okuyucuyla buluştu. On üç öyküden oluşan eser, metinler arası özellikler, rüyalar ve birçok öyküde yer alan hayvanlarla okuyucusunun hayal gücünü tekinsiz bir mecraya sürüklüyor. Etkileyici iki küçürek öykünün yer aldığı eserde anonim Türk edebiyatını ürünlerinden de yararlanıyor Gamze Güller. Kitap, samimi dili ve farklı biçim özellikleri ile öne çıkıyor. Sen diliyle yazılan “Kafes” öyküsü eserdeki alegorik öykülerden biri. Hayvanlardan yola çıkarak insanın sıkışmışlığını anlatıyor bize yazar. Kimi zaman trende, kimi zaman arabada, ya da evde oluşan kafeslerimizi hatırlatıyor. Modern hayatın hengâmesinden sıkılanların, iletişim sorunu yaşayanların, yılgınların, kabukları içine gizlenmeyi yeğleyenlerin, sessizliği seçenlerin, yoksulların, toplum kabullerine boyun eğip bir türlü kendi olamayanların ve dilsiz dostlarımızın sesi oluyor Gamze Güller.
“Sen bu kafese getirilip konulmadın da kafes senin etrafına inşa edildi sanki. O kadar senin. O kadar senin değil. Çıkmak istiyorsun, her gün çıkmak istiyorsun buradan. Ama uğraşacak gücün yok. Sen mi buraya aitsin yoksa kafes mi?”s.46
“Uzun zaman önce, uzak diyarlarda parayı seven bir tüccar yasarmış. İki de oğlu varmış tüccarın. Biri doğumda ölüp giden
karısının yadigârı, diğeri o yalnız büyümesin diye yanına alıp evlat bildiği. Tüccarın son seyahati uzun yıllar sürmüş. Niyeti, bu yolculuğundan kazandığını oğullarına pay edip köşesine çekilmekmiş. Fakat dönüş yolunda aklına fesat karışmış. Kendi oğlu dururken canından kanından olmayan çocuğa pay vermek içine sinmemiş. Her şeyi kendi oğluna bırakmaya karar vermiş.
Döndüğünde iki delikanlı karşılamış onu. Her ikisi de onun gerçek oğlu olduğunu iddia etmiş. Geçen zaman yüzünden ayırt edememiş tüccar. Biri dalyan gibi, güçlü kuvvetli, yakışıklı; diğeri tıknaz, hantal, çirkin. Düşünmüş, karar vermiş; belli ki güçlü kuvvetli delikanlı onun oğluymuş. Varını yoğunu ona vermiş, diğerini de kardeşinin servetine musallat olmasın diye zehirletmiş.
Günlerden bir gün gezgin bir dostu ziyaretine gelmiş tüccarın. Cok uzaklardan getirdigi mucizevi bir hediye sunmuş ona.
Bir aynaymış bu. Şaşkınlıkla eline almış tüccar aynayı. Ve kendini ilk defa görmüş. Karşısında tıknaz, hantal, çirkin, yaşlı bir adam varmış.
İnsan böyledir işte, dedi sonra; kendini bilmez.”