“Elbette!” diye mırıldandı.yakıcı bir rüzgardır Tanrı, Şimşektir.biliyorum, çiçek açmış bir bahçe değil…insanın yüreği ise, yeşil bir yaprak; tanrı gövdesini büktü mü solup gidiyor.ama elimizden ne gelir ki davranışını birazcık olsun yumuşatmak için ona nasıl davranmalı acaba?
“Bütün felaketleri ve korkuları gönderdin ya Rabbim, şükürler olsun sana!Ama iyi şeyler de vardı verdiğin sözler arasında.Onları niye göndermedin?Onlar söz konusu olduğunda neden elin sıkı?”
İsa onu görünce başını önüne eğdi kadının dudakları kımıldadı,
“lanet sana,” dedi vahşi ve boğuk bir sesle.”lanet olsun marangozun çocuğu.başkasını çarmıha gerdiğin gibi sen de gerilesin!”
annesine döndü:
“ve sen Meryem, benim duyduğum acıyı sen de duyasın!”
“Kuşaklar boyunca, kelam havada askıda kalacak, yeryüzüne inmeyecekti.sonunda geldiğinde de o kelamın emanet edileceği kimsenin vay haline!kutsal kitabın bir ucundan öteki ucuna nice tanrı elçisi öldürülmemiş miydi?tanrının onları kurtarmak için parmağını oynatmış olduğu vaki miydi?niçin böyleydi, niçin?iradesine uyumuyorlar mıydı?yoksa bütün elçilerin öldürülmesi onun iradesi miydi?
Haham kendi kendine bu soruları sorup duruyor ama düşüncelerini daha ileri götürmeyi göze alamıyordu.Tanrı bir uçurum diye düşünüyordu, uçurum.Yaklaşmasam daha iyi ederim!”
“ ihtiyar haham biliyordu onu, pek iyi biliyordu, İsrail’in şu tek Tanrısını.merhametli değildi, kendine göre yasaları vardı, on emri kendisine göreydi.verdiği sözü tutuyordu tutmasına ama acelesi yoktu.zamanı kendi ölçüsü ile ölçüyordu.”