Ama Kayıp Cennet bambaşka, çok daha derin duygulanımlar yarattı bende. Elime geçen diğer kitaplar gibi bunu da gerçek bir hikâye olarak okudum. Yarattıklarıyla mücadele eden her şeye kadir bir Tanrı'nın uyandırabileceği tüm huşu ve hayret duygularını uyandırdı bende. İçinde bulunduğum durumla benzerliklerine şaşırdığım pek çok olayı kendi başıma gelenlerle kıyaslayarak okudum. Görünüşe bakılırsa ben de Adem gibi, varolan herhangi bir varlıktan bağımsız olarak yaratılmıştım. Ama diğer bakımlardan onun durumu benimkinden çok ama çok farklıydı. O, Tanrı'nın ellerinden kusursuz bir yaratık olarak çıkmıştı, mutlu ve müreffehti. Yaradanı tarafından özel bir ihtimamla korunuyordu. Daha üstün doğaya sahip varlıklarla konuşmasına, onlardan bilgi edinmesine izni vardı. Ama ben aciz, bir başıma, perişandım. Çoğu zaman Şeytan'ı kendi durumuma çok daha yakın buluyordum. Çünkü hamilerimin saadetini gördüğümde, onun gibi benim de içimde kıskançlığın acı safrası yükseliyordu.
Yok oluşuma üzülecek bir kişi bile yoktu. Görüntüm korkunç, cüssem devasaydı.
Ne demek oluyordu?
Kimdim ben?
Neydim?
Nereden geliyordum?
Hedefim neydi?
Dönüp dolaşıp karşısına çıktığım bu sorulara cevap bulmayı başaramıyordum.
..