Çok Sadık bir HİDAYET...Bu kitap bir dil, bir lisan olsa adı ''Baykuşça'' olurdu. Bunu şunun için söylüyorum; Kör Baykuş kitabını verdiği mesajlar doğrultusunda son derece iyi anladım ama bu, bir lisanı, bir dili konuşamamak, sadece konuşulanı söyleneni gayet net bir şekilde anlamak gibi bir şey. (İngiliççe konuşamıyom ama anlıyom) dedikleri gibi.
Kitaba başlarken arada bir geri dönüp kapağına baktım. Ne çok Halil CİBRAN kalıntısı var diye düşündüm bazı cümlelerde. Sonra Hidayet'le yeni tanıştığım için biraz araştırdım ve gördüm ki İran'ın en iyi yazarı olarak görülen Sadık HİDAYET, Lübnan'ın en iyi filozofu olarak görülen CİBRAN'dan son derece etkilenmiş. Çok da iyi etmiş. Cibran felsefelerinin psikolojik içsel çatışmalarla dolu bir romanda harmanlanması tadından yenmeyecek bir BAYKUŞ idi bana göre.
''Hayat hikayemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım, silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı. Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de.''
İran'ın bugünkü en büyük yazarı, ölümünden birkaç yıl önce böyle diyor. 9 Nisan 1951'de hava gazı ile Paris'de canına kıyarken. Romanında bir kadını koyun gibi boğazlatan bir yazarın, kendi özel hayatında çok hayırsever bir insan olduğunu ve değil bir insandan, bir hayvandan bile kan akıtılmasına bakamadığını öğrenmek çok önemliydi kitabın sonunda. Kitabı bitirince bu naif ama sorunlu adamın resmine dakikalarca bakıp 3 dal afyon, pardon sigara içip düşündüm. Çocukluğunda bir kurban bayramında hayvan kesildiğini görmüş ve o günden sonra da ölümüne, kendi canına kıyana kadar asla et yememiş.
Kör Baykuş, içsel bir bunalımın, afyonlu (esrarlı) bir kafanın, uyku ile uyanıklık arasında görülen halüsinasyonların, sorgulamaların, acıların afyonlu (esrarlı) kafayla yazılan dökümanıdır. Anlaşılması zordur, zor bir kitaptır. Okumaya başlamadan önce bana telkin edildiği gibi. Ama okuduktan sonra çok iyi anlaşılan, içselleştirilen ve benimseten bir kafa yarattı bende. Afyonlu bir kafada değildim ama o kafaları iyi bilirdim, çok tanıdık geldi hayat ve ölüm arasında sıkışıp kalmış bu hikaye. Biraz küfür ve argo ile Hakan GÜNDAY'a ve diğer yeraltı şövalyelerine tırnak yedirtebilirdi yazar. Bunun yerine Cibran felsefelerinin negatifini hikayeye yaymış ve tırnak değil, parmak yedirtmiştir bence. Bir tabutta olma duygusunu ve özellikle geceleri odasını mezar yapma ve bunu okuyucuya hissettirme (darlama-bunaltma) düşüncesini bana yaşattı. İvan İLYİÇ'in ölümü ve Anayurt OTELİ kitabından sonra bu kitabı okumam tamamen güzel bir tesadüf oldu benim için. Bilerek ayarlamaya, planlamaya çalışsam asla başaramazdım bu psikololik komboları.
Böyle yazarların finalde intiharı seçmeleri beni gram şaşırtmadı, şaşırtmayacak. Şimdi isim verip ruhlarını rencide etmek istemiyorum. Huzurla uyusunlar, ayıkken çok huzursuzlardı! İyi okumalar.