Olağanüstü bir gecedeyim!
Öylesine siyahi öylesine kimsesiz bir gecenin içindeyim
Kaçışlarıma sarılmış bir aydınlanma bekliyorum şimdilerde
Kendimden,
Ruhumun bu donukluğundan, kendimi bana yabancılaştıran bu hissiyatlardan kaçış planları düzenliyorum.
Zihnim niçin bedenime itaat etmiyor?
Niçin bedenim zihnime itaat etmiyor?
Çelişkiler beni daha da derine iteliyor,
Öyle bir gecedeyim ki sorgulamalarımın hiçbirine hiçbir yanıt bulamıyorum
Beni bu denli kendimle, sevgisizliğimle, nefretimle, öfkemle, bu kadar iç içe bırakan bu kaçınılmaz geceye hapseden olağanüstü güç neydi?
Niçin bir davranımda bulunamıyor, zihnimde irdelediğim şeyleri dillendiremiyorum.
Kaç kişi yaşıyor şu an benim gibi gecenin kuytu köşesinde kendisiyle içten içe kendi dünyasıyla veyahut bir başkasının dünyasının ağırlıyla.
Sorgulamalara bel bükmüş bir şekilde üstesinden gelmeye çalışıyor bu kendinden ödün vermeyen,ölümcül insani yaklaşımların.
Olağanüstü bir gecedeyim, soruların yığınlığı karşısında pusuya yatmış olan cevapları arıyorum.
Siyahi bir gecede.
Olağanüstü bir gecedeyim ve öyle bir ana erişiyorum ki tam anlamıyla sıyrılıp tüm donukluğumdan, belirsizliğimden buluyorum olağanüstü bir gecede kendimi.
İşte Zweig bunları böyle ifade ediyor; Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan, bütün insanları anlar.
Sevgili Zweıgcığım seni pek çok severim bilirsin, ama son cümlen için nedense katılamadım sana kim kendini tam anlamıyla anlayabiliyor ki? Bütün insanları anlayabilsin.
Buraya kadar kitabı okuduktan sonra yazdığım şeyleri paylaşmış oldum.
Kitapta insanın kendi “benliğinin” arayışına çıkması kendinden, kendinde duyduğu rahatsızlıklarından veyahut geçmişinden kaçışını görüyoruz çoğunlukla.
İşte ben böyle düşünürken Zweig bu durumu böyle ifade ediyor; “Ben yaşamı daha önce hiç bu denli arzuyla yaşamamıştım -bundan eminim- ve şimdi biliyorum ki, kendiyle ilgili durumlar karşısında kayıtsızlaşan herkes (tek çare olarak) bir suç işleyecektir.”
Bir suç işlendikten sonra anlayacaktır içinde bulunduğu dünyanın tüm inceliklerini ve anlayacaktır yine birçok şeyi.
Zweig en sevdiğim yazarlardan birisidir.
Dönüp dolaşıp okuyacağım hiç sıkılmayacağım bir yazar.
Bende çoğunluğumuz gibi onu “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” ile tanıdım. Doyumsuz bir okur oldum sonra (Zweig doyumsuzu tabi).
Çoğu yazarlar belli bir kitabıyla bir popülariteye ulaşıyor ama ne yazık ki diğer eserleri o kadar da benimsenmiyor ve o eserler için zannımca üzücü bir durum bu.
Ama Zweig için aynı durum geçerli değil diye düşünüyorum diğer eserlerinin de göz önünde bulundurulup hak ettiği değere taşınmaları, yazarın sitede en çok okunan bir yazar olması ve aynı zamanda birçok okur tarafından benimsenmesi beni epey mutlu ediyor. Diyemeden edemeyeceğim her ne kadar bu duruma tepki gösterenler olsada.
Niçin bir eserin sayfa yapısı göz önüne alınarak değeri ölçülsün ki?
Önemli olan içeriği, okurda bıraktığı tat değil midir? Etki değil midir?
Zweig okuyanlar bilir, ben yazarın kesinlikle eserlerinde insan psikolojisini etkili bir biçimde ele aldığını düşünüyorum.
Toplum içerisinde biz insanların etrafa bıraktığı tüm psikolojik durumları ve bu süreçteki tüm doğruları, yanlışları sonuçları, bıraktığımız etkileri zannımca çok anlamlı, ölçülü bir şekilde ele alıyor.
Zweig’ın eserlerinde tamamen kendi biyografisinden sahneler izliyor gibi hissediyorum açıkcası, kendi iç dünyasını farklı durumlarda karşımıza sunmuş gibi.
Ordan oraya savrulan bir hayatı,
Nazilierin baskılarına dayanamaması ve sonunda eşiyle intihar etmesi.
Bunları bilmeyen yoktur ve okuyan herkes eserlerinde yaşadığı bu üzücü hayatın parçalanmışlığını görecektir.
Kitapla ilgili aktarabildiklerim bu kadar zaten Zweig okuyanlar bilir okudukça anlam kazanıyor yazdıkları öyle içselleştiriyor insan eseri.
Keyifli okumalar :))