Albert Camus'nün felsefe anlayışı, dünya ve siyasi görüşü, dine yaklaşımı bir kenara bırakılırsa kitabı bir cümleyle özetleyebilirim: "Cezayir'in Oran şehrinde 194... yılında yaşanan veba salgını anlatılıyor." Ama durum öyle değil... Camus, ne veba hastalığını açıklayacak bir tıp doktoru, ne de 1940-1949 yılları arasında Cezayir'de yaşananları anlatacak bir tarihçi. Zaten o yıllarda Cezayir'de yaşanmış bir veba salgını da yok. Camus'nun felsefi, edebi dehası da asıl burada ortaya çıkıyor. 1940-1949 yılları arasında, Cezayir'de ve dünyada yaşananlara bir bakmak gerek. 1940'larda, Camus'nün yazdıkları üzerinde önemli ölçüde etkili olan ll. Dünya Savaşı ve Almanların Fransa'yı işgali söz konusu. Yine o yıllarda Fransa'nın Cezayir'i sömürge olarak kullanması, Cezayirlilerin savaştan sonra bağımsızlık için ayaklanmaları ve 1945 yılında gerçekleştirilen "Setif Katliamı" var. Oran şehri Setif Katliamı olarak adlandırılan olayların yaşandığı en önemli yerlerden bir tanesi. Camus'nün bu olayları farklı bir kurgu ile bu kitapta anlattığı düşünülebilir. Kitapta böyle düşünmeme sebep olan birçok söz var; veba bir hastalık gibi değil de karşı konulması, mücadele edilmesi gereken bir düşman ordusu gibi anlatılıyor. Bunların yanı sıra okurken benzerlik gördüğüm bir konu daha var. 1871'de katliamla sona erdirilen "Paris Komünü." O yıllarda Paris'te binlerce fare sokakta ölmüş, binlerce kedi tehlikeyi yaydığı gerekçesiyle katledilmiş, Paris'e beş yıl sıkıyönetim hakim olmuştur. 1871 ilkbaharı itibariyle çocuk, kadın denilmeden Federe Duvarı'nın dibinde binlerce insan kurşuna dizilmiş, binlerce Komüncü idam edilmiştir. Kitapta anlatılan; fare ölüleriyle dolu sokaklar, öldürülen kediler, veba duvarı dibinde ölen insanlar o tarihte yaşananları anımsatıyor. Son bir benzerlik daha söyleyeyim; o da Camus'nün bu kitaptan bir yıl sonra kaleme aldığı "Sıkıyönetim" eseri. Albert Camus'nün Sıkıyönetim eseri için "Bu kitap Veba'nın bir uyarlaması değildir" demesi bile bir benzerlik olduğunu gösteriyor.
Kitabın ilk sayfasında Daniel Defoe'nun şu sözü var: "Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyi, var olmayan bir şeyle göstermek kadar mantığa uygundur." Bu söz Albert Camus'nün Veba kitabını yazarken etkilendiği en önemli sözlerden biridir sanırım. Kendisi kitabı hakkında bir söz söylese ancak bu kadar uygun olurdu. Sözün kitapta anlatılanları yansıtma açısından önemi kitabı okuduktan sonra anlaşılıyor aslında. Burada hapsedilmişlik "umutsuzluktur." Umutsuz insanların yaşadığı başka bir hapsedilmişlikse şehrin karantina bölgesi ilan edilip dört taraftan kapatılmasıdır. Gerçekte var olan şey "savaş" ya da "katliamdır." Yani "ölümdür." Ölümün gösterildiği var olmayan şey ise vebadır. Umutsuzluk ve ölüm gerçektir. Karantina ile veba kurgudur. Albert Camus'nün dikkatimi çeken en önemli eleştirisi mücadeleyi, iradeyi umursamayan kaderci anlayışa yöneliktir. Ölümün var olması, ölümle mücadele etmek veya yaşamak için engel değildir.
İyi okumalar...