“Siz bilmezsiniz size anlatmak da istemem”
Sezai Karakoç
HERKES KENDİNE AĞIRKEN HAFİF KALIYOR BAŞKASINA AĞLAMAK
Kör Baykuş.. Henüz birinci sayfadaki şu ifade bize bu kitabın anlatılmasının ve anlaşılmasının ne kadar güç olduğunu açıklamaya yetmiyor mu?
“Acaba bir gün bu metafizik olguların ,ruhtaki bu kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı anlaşılacak mı?”
Ne diyor Sadık Hidayet? Al bu benim çocukluğum,ergenliğim,gençliğim. Al bu benim yalnızlığım, hayallerim,düşlerim,melankolim. Al bu benim sevgim,aşkım,cinselliğim. Al bu benim bedenim, ruhum. Al bu benim başladığım yere döndüğüm çemberim.
Dücane Cündioğlu zaman zaman bir soru sorar. “Kendini hiç özlemiyor musun?”
Kendimizle aramızdaki mesafe ne haldedir farkında mıyız?Biz ne ara başka biri olduk ya da tam olarak kendimiz olamadık. Kendimizi dışarıdan izleyebilsek ne düşünürdük? Belki de bazıları bunu başarıyordur. “Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz” diyen şarkıcı da bu yolun yolcusu değil mi?
Kadınlar.. Hidayet’i ve yeryüzündeki istisnasız bütün erkekleri avucuna alanlar. Bir muhtaçlık hikayesi bu, kınamayın kimseyi. Kadınlarla örülü saltanatı yıkılan erkeklerin dünyası bu. Yine de kadınlara koşup, çırpınıp ,ulaşıp tamamlanmaya çalıştıkları bir insanlık hikayesi bu.
Aşk.. Gençlikte ve belki bir de genç kalanlarda görülen iflah olmaz saplantılı duygu. Erkek açısından bakarsak Leyla’yı gördükten sonra Mecnun olan kişi artık bir başkasıdır. Erkeğin bir kadında aradığı aslında her kadında aradığıdır. Her kadında aradığı da o bir kadını bulma çabasıdır. Bir şefkat arayışıdır bu, kınamayın.
Zeki Demirkubuz’un birbirinin devamı niteğilindeki iki filmi “Kader” ve “Masumiyet” ne çok şey anlatır. İzlemenizi tavsiye ederim. Bir anlık yakınlık uğruna ömrünü feda etmek. Dostoyevski ,” beyaz geceler” kitabının girişine Turgenyev’in sözünü iliştirmiştir, “Yoksa o bir anlık da olsa senin gönlüne yakın olsun diye mi yaratıldı?”
Ölüm. İnsan ölümden gelip ölüme giden varlık. Gülmek ve ağlamak ne kadar iç içe ve aynı bütünün parçalarıysa , hayat ve ölüm de öyle. Aynı zamanda bir o kadar da zıtlıklarla dolu.Ölümün çokça anlatıldığı,nerdeyse ölüm üzerine inşa edilen bir kitap.
Kitap herkes için başka şeyler görüp başka şekilde yorumlayacağı bir metine sahip. Metaforlar,imgeler,hayaller. Belki de gerçeğin ta kendisi de biz bilmiyoruz. Her şeyin zıttıyla bilinebildiği bir kainattayız. Tanımlamak için zıtlıklara ihtiyacımız var. İsmet Özel, “küfre yaklaştıkça inancım artıyor “ diyor şiirinde.Kitabı da belki bir bakıma özetlemeye yeter bu şiir. Böylece noktalayalım, ya da aralık bırakalım kapıyı..
Kanla Kirlenmiş Evrak
karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır
karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında
gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor
karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim
ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim