Rüveyda mı, Siyah Gözlerine Beni de Götür mü?Bolca Rüveyda ve Erzurum...
Kim bu Rüveyda?
"Adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
Anla ki, senin için yürüyor kelimeler
Çığlığımın atardamarlarından."
Demek ki Rüveyda derinlerde bir yerde. Kalpte, gönülde, atardamarda, nabızda ve demek ki herkesin Rüveyda'sı farklı.
Ne iş yapar bu Rüveyda?
"At vuruldu, içim paramparça Rüveyda" diyor şair. Demek ki Rüveyda'nın mesleği içimizdeki atları, umutları öldürmek. Umutları öldürenlere müebbet hapis istiyorum!
Nerededir Rüveyda? Nerede yaşar?
"Rüveyda, ben sendeyim
Sen bendesin Rüveyda" diyor yine şair. Yaşaması için en uygun ortam, kırık bir kalp, umutsuz bir yürek, uykusuz gözler. Nemli ortamlarda yaşamayı sever en çok. Gözyaşıyla ıslanmış yanaklarda mesela...
Peki ben Rüveyda'ya ne söylemek isterdim?
"Ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda?" "Rüveyda" derdim, "ben şiirlere vurulmuş, uslanmaz bir yürek taşıyorum. Siyah gözlerine beni de götür, kabrim gözbebeklerin olsun. Mezar taşıma, 'daha dokunmadan kurudu irem' yaz Rüveyda!" Ben Rüveyda'ya çok şey söylerdim de, boşverin şiir okumaya devam edelim...
Peki ya Erzurum? Peki ya o sıcacık şehir?
Kışları sert ve soğuk, yazları kurak, karasal iklim... Yalan! Ruhunuzu ısıtır dostlukları. Bir dostla, Müceldili Konağında, gelmek bilmez bir bardak çaya kavuşmanın sıcaklığını kim bilebilir ki benden ve benimle olandan başka? Gülmekten ve ağlamaktan, gözleri yaşlara boğan bir şehir kurak olabilir mi? Sokak lambalarının aydınlattığı sokaklarda sıcacık tenlere usul usul düşen karlar ülkesi kurak olabilir mi?
Siz hiç Cumhuriyet Caddesinden Çifte Minarelere doğru yürüdünüz mü? Bu çağdan eski çağlara gitmektir aslında her adım. Her köşede bir tarih vardır. Bizler de tarih olduk, her bir sokağında. Dost meclisinin klişe kavuşmaları tarihin tozlu sayfalarında artık...
Bir çift söze, bir samimi sohbete hasret kalmışların buluşma noktası Havuz Başında, hiç rast gelmedik Rüveydayla. Eğer oturabilseydik iki küçük iskemleye ve iki demli çayı karşılıklı yudumlasaydık, dilimin altına attığım kıtlama şekerin usul usul eridiği gibi, ben de onun gözlerinde erirdim. Ama Rüveyda sadece güzel şiirlerin hayali kahramanı...
Kalbinde sevdamıza açacak bir kapısı olmayan Rüveyda'ya inat, içinde yedi kapı barındırır Erzurum. Ne geleni zorla tutar, ne gideni. Gururlu şehirdir Erzurum.
"Yine de çiğnetemem kimseye gururumu
İstenmediğim yeri sessizce terk ederim" der gibidir.
Palandöken her zaman sisli ve bulutlu değildir. Güneş en çok onun arkasında güzeldir. Bazen tepeden bakar gecekondulara, yeni yapılmış yüksek binalara. Yine de kim erişebilir onun endamına?
Hastane koridorlarında bazen umutsuz insanlar, bazen yorgun, beklemekten usanmış gözler. Seni beklemek, bir hastayı beklemekten daha zor değil Rüveyda.
Bazen, gelmek bilmeyen G4'ün Rüveyda'dan daha inatçı olduğunu düşünürdüm. Nereden bilebilirdim ki Rüveyda'nın kalbinin, tıka basa dolu otobüsten de dolu olacağını?
Sonra sıra geldi o acıtan mısralara:
"Erzurum garından ayrılıyorum
Banklar mütereddit bakıyor ardım sıra"
Alın, okuyun efendim. Boşverin siz Rüveyda'yı, öyle biri yok ki. İsmi tekrar ediyorken her şiirde, ben de kendi Rüveydamı yarattım, hepsi bu. Zaten kitabın adı da Rüveyda değil. Açın "Siyah Gözlerine Beni de Götür" şiirini okuyun. Orada şu mısralar takılacak gözlerinize:
"Umutlar kalıyor, ben gidiyorum."