Ben incelememde şöyle yazmıştım:
''Tolstoy'un söylediği şeylerle yaptığı şeyler çelişki içerisindedir. Örneğin Tolstoy kitapta kendi Hıristiyanlığını yüceltir, şehveti yerin dibine sokar ama kendisi şehvetperest bir insandır. Tolstoy'un bu 'nutuk çekme aşkını' sevmiyorum ve bundan hoşlanmıyorum.
Bazen, onu okurken, sanki ahlaksız adam bana gelip laubali bir şekilde ahlak dersleri veriyormuş gibi geliyor; fakat bazı ahlak derslerini de çok hoş ve doğru buluyorum. Yani bazıları çok rahatsız edici, bazıları da çok iç açıcı geliyor.
Tolstoy'un Kreutzer Sonat'ta cinsel perhizi övüp, evde karısıyla şehvet dolu anlar yaşaması da ayrı bir şey. Hem başkalarına evlilikte cinsel perhizi övüyor, hem de kendi evinde rahatça cinsel ilişkiye giriyor; Tolstoy, kendiyle çelişiyor. Ayrıca Tolstoy, kitapta çocukların doğru yetiştirilmesini söylerken, kendi çocuklarıyla arasını çok da iyi tutmuyor, hatta bir çocuğu ölünce bir mektupta önce birkaç satır değinip, geçiyor. Çok iyi bir baba değil. Çok fazla manevi dünyayla ilgileniyor, gerçek dünyayı unutuyor.
Ayrıca Tolstoy'un Kreutzer Sonat'ı yazması, eşi Sonya'ya büyük azap veriyor. Tolstoy'un Kreutzer Sonat'ta, çoğu yerde, Sonya'yı yerdiği çok bariz.
Yazar bir kez daha suçunu kabullenmekten zevk almıştır. Ama bu kez işi, kendisiyle birlikte karısını da lekelemeye kadar götürmüştü. Tereddüt etmeden çiftleşme, kavga, bıkkınlık sırlarını kamuya ifşa etmişti, yatak odasının kapılarını sonuna kadar açmıştı. Bununla birlikte, yazılarının otobiyografik niteliğine alışmış okurların, Sonya'yı bazılarının acıyacağı bazılarının alay edeceği kurbanın kişiliğinde bulacağını pekâlâ biliyordu. İnsana karşı şefkat dolu olduğunu iddia eden, dikkatsizlikle birini kırmaktan hep endişe etmiş olan o, bu kitabı yayımlayarak karısını iğrenç bir şekilde küçük düşüreceğini nasıl düşünmemişti?
Şuursuzluk mu yoksa acımasızlık mı? Daha da ileri gitti! Bilmesi ve elleriyle temize çekmesi için el yazmasını Sonya'ya verdi. 4 Temmuz 1889'da Lev Tolstoy Günlük'üne şunları yazıyordu: 'Sonya onu (Kreutzer Sonat'ı) temize çekiyor ve üzüntüye kapılıyor!' Evliliğin gümüş yılı için tuhaf bir hediye. Okuyor, kırılıyor, ağlıyordu. Yirmi beş yıl boyunca tüm Rusya'ya bir kadının en yüce yöneliminin evlenmek ve çocuk yapmak olduğunu salık vermiş olan bu adamın, idealini uluorta nasıl yadsıyabildiğini düşünüyordu. Altmış yaşında kendisini on üçüncü kez hamile bırakmışken, başkalarına cinsel ilişkiden uzak durmayı tavsiye etmeye nasıl cüret ediyordu? Ona laf anlatmak istedi ama kocası kurum sattı, yeryüzündeki görevini anımsattı ve Sonya majesteleri metnin önünde eğildi.
(Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 655)
Yani Tolstoy, karısını umursamayıp, kitabı yazmış ve kitabı temize çekme görevini de karısını vermiştir. Benim aklıma Savaş ve Barış'taki Prens Andrey geldi hemen Tolstoy'un bu hareketini okurken. Tolstoy, tıpkı Prens Andrey gibi, şan ve şöhrete ulaşma arzusunu ailesinin, sevdiklerinin ve eşinin önüne koyuyor. 'Her şeyin kaynağı aynı: kendini gösterme merakı, şöhret arzusu, kendisinden olabildiğince çok bahsedilmesi isteği. Kimse kafamdan bu fikri çıkaramaz,' diyor Sonya, Tolstoy hakkında ve Sonya, kocasının 'kendisi dışında kimseye, ne bana ne çocuklara küçücük bir sevgi beslemezken' sürekli Hıristiyan yaşamından bahsetmesini eleştiriyor. Tüm bunlara rağmen Tolstoy, eşi Sonya'yı suçluyor.''
Yani ben kitabı değil, Tolstoy'un kişiliğini sevmemiştim. Çünkü kitaptaki Pozdnışev karakteri ''düşünmeden evlilik'' yapmanın trajedisini, Tolstoy'un Gorki'ye dediği gibi ''yatak odası trajedisini'' ve kadınların ''Tolstoyca'' konumunu çok iyi gösteriyordu. Nasıl ki, senin de dediğin gibi, Shekaspeare Hırçın Kız'da ataerkil bir toplumda kadınların boyun eğmesini ve ''işe giden'' erkeklere yardımcı olmasını salık veriyorsa, Tolstoy da bu kitabında kadınlarla ilgili sapkınca düşüncelerini dile getiriyor. Bunun bilinçsiz bir insana olan zararı tartışılmaz ama bilinçli ve sorgulayabilen bir insana faydası çok oluyor bence; çünkü hem kadınların, erkeklerin toplumsal konumunu ve kadın-erkek ilişkilerini, hem de ''sağlıklı evlilik'' konusunu düşündürtüyor insanlara. Böylece insan ''Tolstoyca eşitsizliğe'' başkaldırıyor ve bilinç kazanıyor.
Tolstoy'un bu konudaki çelişkilerini, o dönemdeki pek de akıllı olmayan insanları ve ''aldatma, kıskançlık'' olgusunu gayet güzel bir biçimde işliyordu. Bu ''eşinin hayatındaki konumunu evlendikten sonra düşünme'' olgusu daha önce Anna Karenina'da Levin-Kiti çiftiyle de işlenir. Önemli bir konudur çünkü Anna Karenina'nın trajedisi tam da bu nedenden dolayı gelişmiştir; etrafındaki insanların ne kadar sığ düşünceli varlıklar olduğunu anlar ve Vronskiy'e kaçar. Tolstoy da Sonya'yla onun, Henri Troyat'ın dediği gibi, ''gençliğine kapılarak, düşünmeden'' evlenmiştir ve bu kötü evlilik yaşanıp 13 çocuk yapılmıştır. ''Neden seviyorum onu, neden onla konuşmaktan hoşlanıyorum, baba olabilir mi o, onunla ömrümü geçirebilir miyim?'' gibi soruları evlendikten sonra soran o dönemki insanlarda bu ''iç karışıklığa'' yol açar. İşte Pozdnışev ve karısı da bu ''iç karışıklık''ın kurbanı.
Her ne kadar Tolstoy'un kendisi kötü düşünüyorsa da, kitap da kendi içinde eksiklikler barındırsa da bu açılardan iyi bir kitap. Kitabı kötü yapan Tolstoy'un kişiliği ve kitabı ''realist'' bir bakış açısıyla değil de tamamen subjektif bir bakış açısıyla şekillendirmesi. Realistler eserlerindeki karakterleri tarafsız bir şekilde yönetmek zorundadırlar, halbuki Tolstoy gereğinden fazla taraf tutar ve bu da romanın gerçekçiliğini ''Tolstoyca gerçekçilik''e çevirir. George Steiner da ''Tolstoy Mu Dostoyevski Mi?'' adlı kitabında der ki: ''Tolstoy, hem bir romancı, hem de bir filozoftur. Ama bazen filozof yanı romancı yanını törpüler.'' Hatta Henri Troyat da der ''Yetmiş yaşında filozof-Tolstoy, romancı-Tolstoy'dan kuşkulanıyordu,'' diye (s. 726). Ben de diyorum ki, törpülediği zamanlardan biri de Kreutzer Sonat'tır. Yoksa romanın yapısında ve işleyişinde, Tolstoy'un kendisinden başka, bir sıkıntı yoktur. Usta bir romancının kendi ideolojisinin kurbanı olmuştur.