"Fazla şiirden öldü Edip Cansever."
Sizin hiç; "Bu hayatta bir şeyleri engelleme imkânım olsa şunları engellerdim." dediğiniz bir şeyler oldu mu? Sizleri bilmem ama benim oldu. İki şeyi engellemeyi çok isterdim. Sesi güzel olmayanların toplum içersinde şarkı söylemesini ve şâir kimliğine sahip olmayanların şiir yazmasını kat'i surette engellemek isterdim. Hatta olur da bir gün Cumhurbaşkanı bir arkadaşım olursa bizzat kendisinden böyle bir şeyi rica eder, Resmi Gazete'de yayınlamasını dilerdim.
Şiir yazmak ciddi bir iştir abiler. Şiir yazmak özel bir iştir. Şiir kalemle yazılmaz, zekâyla yazılmaz, şiir kalp ile yazılır abiler, şiir yürekle yazılır. Hepiniz roman yazabilir, öykü yazabilir, destan/masal yazabilir, deneme/makale yazabilirsiniz. Hepiniz ana yasayı bile hazırlayabilirsiniz lakin hepiniz şiir yazmasınız abiler. Mânâlı sözleri bir araya getirerek şiir yazmış olmuyorsunuz abiler. Duygularını kaleme almakla şiir yazmış olmuyorsunuz. Sevdiğiniz şâirlerin şiirlerindeki kalıpları kullanarak kelimeleri kendiniz dizayn edip bizlere sununca şiir yazmış olmuyorsunuz. Şiir, düşünceyi duygu haline getirinceye kadar yoğurmaktır, der Yahya Kemal Beyatlı; şiir emek ister. Alelâde şiir yazamazsınız. Şiir ahenk ister abiler. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Faruk Nafiz Çamlıbel'in, Sezai Karakoç'un şiirleri gibi. Şiirde ahenki reddediyorsanız Orhan Veli gibi yazmanız gerekir abiler. Şiirde gerçekleri anlatmak istiyorsanız Nâzım gibi yazacaksınız abiler, Attila İlhan gibi, Ahmed Arif gibi. Şiirlerinizin bir anlamı olmalı abiler. Cahit Sıtkı Tarancı'nın, Necip Fazıl'ın şiirleri gibi.
Şiirde anlam açıklığını reddediyorsanız Cemal Süreya gibi, Cahit Zarifoğlu gibi, Turgut Uyar gibi, Ece Ayhan gibi, Edip Cansever gibi yazmanız gerekir abiler, Edip Cansever gibi. Sessiz bir çığlık olmalı abiler şiirleriniz. Mesela Cansever'in;
"Sıktı artık bu kent beni
Çekip gitmeliyim hiç düşünmeden
Bulmalıyım aradığım o yeri." mısralarında olduğu gibi.
Şiirlerinizi kendiniz pazarlamamalısınız abiler, şiirlerinizi gözlere sokmamalısınız.Şiirleriniz okunmayı beklemeli. Şiirleriniz keşfedilmeyi beklemeli. Mesela Cansever'in;
"Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı." mıslaraları günün birinde elbette keşfedilir. Yine de keşfedilmemeniz uzun sürüyorsa abiler, elbette isyan edebilirsiniz. Lâkin sağa sola saldırarak, hareketler yağdırarak değil. Mesela Cansever'in;
Unutulmuş gibiyim ben
Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir
Bilmem ki nasıl anlatmalı?
Yalnız bile değilim." mısralarında olduğu gibi.
Şiirlerinizi bilinçli yazmanız gerekir abiler. Neden şiir yazıyorsunuz bilmeniz gerekir. İçinizden gelen üç beş cümleyi kağıda dökmekle şiir yazmış olmuyorsunuz abiler. Neden yazdığınızın ve nasıl yazdığınızın bilincindeysiniz şiir yazmış oluyorsunuz. Mesela Cansever'in;
"Neden yazılır bir şiir
Neden okunur bunca yazı
Çünkü nasıl aşılabilir başkaca
İnsanın karmaşıklığı." mısralarında olduğu gibi.
Şiirlerinizde sadece yaşama yönelmeniz şiiri durağan bir yazın kılar abiler. Şiirde gözlem de önemlidir. Şâirin kendisine göre bir gözlemi, bir bakış açısı olmalı. Bizlerden farklı görmeli ve şiirlerine öyle yansıtmalı. Mesela Cansever'in;
"Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Masada masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke." mısralarında olduğu gibi.
Şâirin dili diğer insanlardan farklı olmalı abiler. Bir farkı olmalı şâirin. Şâirin farklı bir dili olmalı, olayları farklı yansıtmalı şiirlerine. Mesela Cansever'in;
"Konuşuyoruz desem konuşmuyoruz da
Ayrı ayrı şeyler düşünüyoruz üstelik
Birbirimize bakarak
Ne seviyoruz ne de sevmiyoruz birbirimizi
Ne varız ne de yokuz gerçekte
İki lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden
Aydınlatan odayı
Değilsek de yakın birbirimize
Uzak da sayılmayız büsbütün
Gökyüzünde iki uçurtma başıboş
Yan yanayızdır sadece." mısralarında olduğu gibi.
Ha ben demiyorum ki sizlere şiir yazmayın, şiirlerinizi paylaşmayın. Mesela Cansever gibi olun. Cansever ilk şiirlerini Ahmet Hamdi Tanpınar'a göstermiş ve onun da desteğiyle şiir yazmaya devam etmiş. Hiçbir zaman da şâirim ben havalarına girmemiş. Mesela üç beş şiir yazıp kendini Nâzım Hikmet sanmamış, biraz daha geriye gidelim kendini Recaizade Mahmut Ekrem sanmamış, Fuzûlî sanmamış. Öyle acınası triplere girmemiş. İnsanları aşağılamamış. Anlam kapalılığı yüzünden kendisini eleştiren insanlara kükrememiş, onları şiir cahili ilan etmemiş, onlardan illa kendisini beğenmelerini hatta bununla da kalmayıp övmelerini beklememiş. Edip Cansever ile beraber askerde bot bağlamamış ve beraber aynı koğuşu paylaşmadım lakin Tomris'in, Cemal Süreya'nın, Turgut Uyar'ın, İsmet Özel'in Edip Cansever ile ilgili söylediklerini okuduktan sonra bu kanıya vardım. Sizlerde de okursanız aynı şeyleri düşüneceğinizi düşünüyorum.
Usta şâir Cansever, kendi şâirliğini şöyle tanımlar:
"Her şâiri öteki şâirlerden ayıran birtakım özellikler vardır. Bu özelliklerden biri ya da bir kaçı ağır basar. Bu ağır basan özellikler de genel olarak kişiliği belirler. Benim anlatıcı tavrım, şiirin sınırlarını geçmeden ortaya konmuş bir anlatım biçimidir."
Burdan şöyle bir yorum çıkarabiliriz abiler. Edip Cansever şiirin özüyle fazla oynamadan kelime oyunları yapan bir şâirdir. Şiirin sınırlarını iyi bilir ve o sınıra ulaşınca duraklar. Kapalı anlatıma özen gösterir. Herkesin kendisini anlamasını istemez. Bundan dolayı da bazen kapalı olmak, zor anlaşılmak pahasına şiirlerinde anlaşılması güç, çok değişik şeyler yazmıştır. Bu çabayı net bir şekilde gözlemleyebiliyorsunuz abiler. Örneğin ikinci kitabın 12. baskısının 42. sayfasında şöyle bir şiir vardır.
"Geçen gün gördüm
Acımayı unuttum
Sevinmeyi unuttum
Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim şuramda bir ağrı duydum
Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
Gövdemi yeniden buldum."
Okurken "Ne diyor bu adam?" diye sorgulayabilirsiniz. Mesela bu şiirinde bir şeyi gördüğünü, ardından unuttuğunu, sonra duyduğunu ve ağrı olduğunu düşünüp yeni bir şey bulduğunu belirtmiş. Yani usta bir kelime oyunuyla okuyucuyla adeta La Casa De Papel'de Profesör'ün Albay Prieto'yla oynadığı gibi oynamış. Takdire şayan.
Edip Cansever o kadar çok şiir yazmış ki, insan düşünmeden edemiyor; bu adam yemek yerken, arkadaşlarla çay içerken, banyodayken ya da uyanır uyanmaz direkt şiir mi yazıyor? Bu sorunun cevabını gerçekten bulunamazken lakin Cemal Süreya olayı çok güzel özetliyor.
"Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever."
Fark ettiniz mi bilmem, o kadar şâirden bahsettim. Edip Cansever, Cemal Süreya, Nâzım Hikmet, Turgut Uyar, Cahit Zarifoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl ve daha niceleri.. Hepsi de aynı yüzyılın şâirleri. Aralarında fazla bir sene farkı oynamıyor. Peki neden artık şâir çıkmıyor? Neden böyle şâirler çıkmıyor? Neden böyle şâirlerin yerini şiir katilleri alıyor? Şiir neden katlediliyor? Bu durumla ilgili Ataol Behramoğlu'nun çok hoşuma giden bi cevabı var.
" -Hala şiir yazabiliyor musunuz?
-Keşke yazabilsem."
Bence şiir insanlık ile orantılı olarak azalmakta. Bundan dolayı sanıyorum ki şiir değerini kaybediyor. Hoş, Fuzuli'nin şiirlerini, Şeyh Galip'in şiirlerini anlayamayan, İstiklal şâirimiz Mehmet Akif'in şiirlerini anlayamayan, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni bile anlayamayan nesillerin değil şiir yazması, kendi hislerini ifade etmesi bile mucize.
İnsanlıktan son bir isteğim var abiler:
"Şiiri rahat bırakın."
Hoşça kalın.