Gönderi

72 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Arka kapağı bile okumadan kitap hakkında kendi kendime tahmin yaparken, kitabın Sovyet Rusya veya Lenin'in gençliğiyle ilgili olabileceği aklımdan geçmişti. Ancak kitabı okumaya başladıktan sonra tahminlerimde ne kadar yanıldığımı, kitaba adını veren Kızıl'ın hastalık olan kızıl olduğunu tebessüm ederek anladım. Kıssadan hisse, isme bakarak cismi anlayamayız her zaman. Henüz on sekizini doldurmamış genç Bertold Berger, çocukluğundan beri hayalini kurduğu Viyana'ya üniversite okumak için gelmiştir. Lise veya üniversiteyi şehir dışında okumuş arkadaşlar yakinen bilecek ki, o yaşlarda insan, sadece kendini özgür hissetmek için bile şehir dışında herhangi bir yerde okumak istiyor. Bu arzu, özgürlüğe ilk bilinçli kanat açışımızdır aynı zamanda ve bundan dolayı her anı, zihnimizde kalıcı bir tat ve koku bırakır. Bu tat bazen acıdır, bilhassa evden aileden uzakta geçirilen ilk gece. Herkes yabancıdır. Yeni yeni yüzler arasında kendini yapayalnız hissedersin ama henüz Sartre'ı bırak okumayı, adını bile bilmediğin için onun gibi sahte bir kahramanlık edasıyla "Yapayalnızım ama bir kente yürüyen ordu gibiyim,"(Bulantı) diyerek kendini de kandıramazsın. Hatırlıyorum, babam beni liseye bırakmıştı. Gülümsemiş ve el sallamış, ben de aynısını yapmıştım. Ardından babam arkasını dönüp gitmişti ve ben, sanki ihanete uğramış gibi hissetmiştim. Halbuki, yatılı bir lisede okumayı ben istemiştim. Ardından yurda girmiş ve kendimi sudan çıkmış bir balık gibi hissetmiştim. Televizyonun karşısına oturup benim gibi diğer çömezlerle birlikte sessizce bir süre oturmuştuk. Çok iyi hatırlıyorum, sessizliği sanki yurtta doğup büyümüş gibi rahat tavırlarıyla gelen bir arkadaş bozmuş ve yanımda oturan arkadaş Kenan Evren'in 1980'de haklı bir darbe yaptığını söylemişti. Sohbet nasıl buraya gelmiş bu, aklımda değil. Ardından da çarşıya gidip pide yemiştik, bu pidenin tadı hala damağımda sanki. Zweig'ın bu kitabını okurken aklıma sık sık lise ve üniversite anılarım geldi. Berger'la güçlü şekilde empati kurdum ve artık tükenme noktasına gelip kardeşine yazdığı bir mektubunda, "Sana bunları yazmak canımı acıtıyor, ama burada kimsem kalmadı. Günlerdir kimseyle konuşmuyorum. Bazen sokakta insanların peşine takılıyorum, sözcüklerin tınısını duyabilmek için konuşmalarını dinliyorum. Hiçbir şey anlamıyorum, bilmiyorum, yapmıyorum, işe yaramamaktan tükeniyorum. Günlerce hiçbir şey yaşamıyorum, tanıdık bir yüz görmüyorum; binlerce insanın arasında yapayalnız olmanın ne anlama geldiğini bilemezsin," (s.44) yazarken 'üzülme yalnız değilsin,' dedim kendi kendime. Ancak Zweig, bu eserinde sadece genç bir üniversitelinin yaşadıklarını değil, aslında kendi yaşadığı ruh halini de satırlara aksettirmiştir. Çünkü o, iki dünya savaşı görmüş bir neslin 'dünya vatandaşı' hümanist bir evladı olarak, kendisini milyonlarca insanın üzerinde her gün nefes aldığı bu dünyada yapayalnız hissetmiş ve nihayetinde intihar etmiştir. Sartre'ı bilmesine imkanı olmadığı için o da kendisini bir ordu gibi hissedememiş olsa gerek. Keyifli okumalar..
Kızıl
KızılStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202229,4bin okunma
··
292 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.